IWW İSTANBUL

Artistry Kafe ve Fırın’da Çalışmak

Bu makalede, Madaline, aynı anda hem korkunç patronları yüzünden, hem de iş arkadaşları arasındaki muazzam dayanışma sayesinde, nasıl örgütlendiğinin ve IWW’ye katıldığının hikâyesini anlatıyor.

Artistry’de Çalışmak

Eğer Artistry Fırın ve Cafe’deki işin ilk haftası bir gösterge olsaydı, bu dört aylık deneyimin hayatımın en güçlü dostluklarından ikisi ile sonuçlanabilmesinin yolu yoktu. İlk günümde, çoğu yaklaşık üniversite çağında olan, benimle birlikte restaurantta çalışacak bir grup kadın ve erkeğe takdim edildim. Yeni müdürümüz eğitime başlamak için gelmeden önce, ben uzun ve dövmeli bir kadınla konuşmaya başladım. Konuşma, bizi utandıran şeyler üzerine bir sohbete dönüştü. Ben, beni utandıran şeylerin ilkinin göbek adım olan Ruth olduğunu söyledim. Birkaç dakika boyunca, ona bu isimden ne kadar az hoşlandığımı anlattım. Kendimden emin bir şekilde, “Tanrım, söylemeye çalıştığım, bunu kızına yapmak ne kadar korkunç bir şey! Peki, senin adın ne?” diyerek bitirdim.

Yüzü taş kesilerek dik dik suratıma baktı ve “Ruth” dedi. Böylece bir daha asla benimle konuşmak istemediğine iyice emin oldum.

Ücret almadan (müdür, restaurant endüstrisinde, ilk beş gün için işçiye/çalışana ücret ödenmemesinin standart bir durum olduğunu söyledi) işin temel noktalarını öğrenirken birkaç gün geçti. Hafta sonuna yaklaşırken, yeni işe alınanlardan bir başkası ile tanıştım. Bu sefer adını sorarken, son derece dikkatliydim. Adının “Melissa” olduğunu söyledi. Kafedeki daha ziyade karşı-kültürden olan işçilerin/çalışanların yanına hemen geçebilecek gibi görünmüyordu. İşe, muhafazakâr bir tarzda giyinerek geliyordu. Kendine güvenli görünüyor, az konuşuyordu. Bana göre birkaç yıl daha eski, deneyimli bir işçi/çalışandı. Bana, annesinin bir Ulusal Kilise vaizi olduğunu anlattı. Tanımlanabilir ve gerçek herhangi bir neden olmaksızın, Melissa’dan hoşlanmadım. Hükmetmeyi seven birine benziyordu, bu yüzden onunla çalışmanın zor olacağı hissine kapıldım.

Ne kadar korkunç bir iş aldığımı farketmem çok uzun sürmedi. Adı Evan olan yalnızca bir deneyimli ve beyzbol fanatiği aşçı tarafından çalıştırılan küçük bir mutfağı ve pahalı menüsüyle, son derece büyük fakat personeli yetersiz bir kafeydi. Otuzdan biraz az masa için, yalnızca iki murfak işçisi/çalışanı ve bir bulaşıkçı vardı. Müşteriler, çoğunlukla, yemek için uzun bekleme süreleri nedeniyle öfkeleniyor, servis elemanlarına bağırıyor, hesabı bırakıyor ya da bahşiş vermiyordu. Böylece diğer sorunlar da baş göstermeye başladı.

Restaurantın sahibi olan aile, Nathan isminde yaşlı bir adamdan ve onun hayata küsmüş yirmili yaşlardaki eşi Melanie’den oluşuyordu. Nathan, fırın kasasından hamur işleri ve hazır yemeğini yerken çoğunlukla mutfakta oturur, kaba bir şekilde mutfak işçilerine/çalışanlarına kusur bulurdu. Melanie ve Nathan gürültülü bir şekilde tartışırlardı. Melanie’nin, bazen kapıları çarpıp, tabakları dahi kırabilecek güçte korkunç bir ökesi vardı.

İlk müdür, uzun ve ince yapılı, kül gibi bir cildi ve kalp hastalığı olan Samuel adındaki oğullarıydı. Uzun saatler boyunca işi daha mükemmel hale getirmeyi deneyerek çalışırdı. İkisi de iş üzerine aynı anda bambaşka kararlar veren ailesine göğüs germeye gücü yetmediği için, kronik bir biçimde bitkin haldeydi.

Robert adında, yerel bir muhafazakâr politikacı olan, ikinci bir oğulları daha vardı. Robert, iş görüşmelerini çoğu kez kafede yapardı ve bu görüşmeler için on veya daha fazla masa kullanırdı. Robert, yemek ve kahve servis edildiği sırada, tüm gün otururdu. O, arkadaşlarıyla beraber bütün bir bölümü işgal ederdi. Onlar gidene kadar bir servis elemanı sadece onlara çalışırdı. Günün sonunda ise, Robert’ın ailesinin onun için ödediği, iki ya da üç yüz dolarlık bir hesapları olurdu. Bütün gün onlara servis yapmaktan, kendi ücretini çıkartmak için diğer hiçbir masa ile ilgilenememiş olan garsona ise hiçbir bahşiş bırakmazlardı.

Nathan, Robert ve aile dostlarının bedavaya servis alıyor olmalarından dolayı, işte kayıp kârları karşılama mücadelesi verildiğinden, garsonlardan işi ucuza halletmerini talep etmeye başladılar. Birgün teşhir bölümündeki bir tepsi hamur işinin küflendiğini fark ettim ve çöpe atmak üzere çıkardım. Nathan beni onları çöpe atmak üzereyken yakaladı ve tepsiyi ellerimden kaptı. Bana bağırarak, beni müsrif olmakla ve işi berbat etmekle suçladı. Bu hamur işlerini satamayacağımızı çünkü onların küflenmiş olduklarını açıkladım. Fakat o, müşteriler tarafından görülmemesi için küfü daha buzlu bir şekilde saklayabileceğim konusunda ısrar etti. Ben bunu reddettiğimde, o benim yerime yaptı.

Yönetim, bulaşma yoluyla sağlık ve güvenlik riski doğurduğunu iddia ederek hiçbir işçinin/çalışanın kendi yemeklerini işe getiremeyeceği yönünde yeni bir kural koydu. Mesaimiz süresince ayrılma iznimiz zaten yoktu, hatta molalarda bile… Yani bu kural ile birlikte kafeden standart fiyatları üzerinden yiyecek satın almaya da zorlanmış oluyorduk.

Daha önceden, yalnızca tek bir servis-işi deneyimim olmasına rağmen, nasıl olur da işçiler/çalışanlar yönetim tarafından tehdit edilebilir diye sinirleniyordum. Bunun restaurant endüstrisindeki kötü işlerde çalışmaya mahsus olduğunu biliyordum. Nathan ve Samuel’e, önceki işlerimde yöneticilerin yaptıkları gibi asla bana cinsel tacizde bulunmaya yeltenmedikleri için minnettardım. Fakat sıklıkla, çığlık atmaktan ve aylığımı çıkaramamaktan korkuyordum.

Diğer servis elemanları da aynı şeyi hissediyordu ve uzun zaman önce neredeyse hepsi Artistry’den ayrılmıştı. Melissa, Ruth ve ben, geriye kalan tek devamlı servis elemanlarıydık ve personelimiz öylesine azdı ki, günlerce hastalık izni almamız bile mümkün olmuyordu Bir keresinde işe gripli gelmiştim, berbat ve tükenmiş hissediyordum. Fakat yine de Melissa ile vardiyama başladım. Melissa, benim geliş saatimde eve gitmeyi planlamıştı zira hâlihazırda sekizdeki açılış vardiyasından beri çalışıyordu. Çalışırken kendimi daha da kötü hissetmeye başladım ve ilk yarım saatimi kusarak geçirdim. Eve gidip gidemeyeceğimi sordum, fakat Nathan bana kalmam gerektiğini, aksi takdirde yarın bir işim olup olmayacağından “emin olamadığını” söyledi. Ağlamak üzereydim, başım dönüyordu ve hastaydım. Beklenmedik bir anda, Melissa’nın kararlı bir şekilde “Eve gitmeli, bu şekilde çalışamaz!” dediğini duydum. Nathan reddetti. Ve işte o zaman Melissa sonsuza dek benim sadakatimi kazandı: “Ben çoktan bir araba çağırdım, Nathan. Ben onun vardiyasını da alıyorum.” Melissa, arka arkaya iki vardiyada, on altı saat çalıştı, bu sayede de ben eve gidebildim ve işimi kaybetmedim.

Bir gece Ruth ve ben kahve içmek için birlikte dışarı çıktık. Ruth bana, diğer kafelerde çalışma deneyimlerinden ve nasıl da hep kendisine ait bir kafesi olmasını istediğinden bahsetti. Söz sahibi olduğumuz takdirde, Artistry’de gerçekleştirebileceğimiz değişiklikler üzerine tartışmaya başladık. Menü boyutunu azaltmaları gerektiğini düşündüğümü söyledim, zira Evan başından beri bu kadar çok yemek yapmak zorunda kalmamalıydı. Ruth, içecekleri hazırlamak için birisinin hiçbir şekilde ayarlanmamış olmasının gülünç olduğunu belirtti. Muzipçe “Bu çok aptalca. Biz bile Artistry’yi onların işlettiğinden daha iyi işletebiliriz! Bunun nasıl yapılacağını onlara söylemelisin!” dediğimizi hatırlıyorum.

Ruth masaya tamamen yaslandı ve “Peki, onlarla konuşabiliriz fakat bizi asla dinlemeyeceklerdir. Ya da biz sadece konuştuklarımızı kendimiz uygularız.” dedi.

Bundan sonra, her şey çabucak gelişti. Ruth ile birlikte, sushi için yolun altında buluşmaya ve iş hakkında konuşmaya başladık. Çoğunlukla, yönetimden ve yönetimin yetersizliğinden şikâyetçi oluyorduk. Bir yandan da, işi nasıl daha iyi yapacağımızı konuşuyorduk. Melissa’yı da bize eşlik etmek üzere davet etik ve birkaç başka insan da bir iki defa çıkıp geldi. Ve sonra ayrıldı zira durumları gerçekten çok kötüydü.

Öncelikle tamamen aynı şekilde düşündüğümüzü biliyorduk ve aramızda anlaştık. İşteki durumu baltalamak için küçük şeyler yapmaya başladık. Bunların çoğu, daha sonra birbirimize anlattığımızda güldüğümüz şakalar olarak başladı. Bir kişi içecek barında çalışırken, birbirimizin masalarını kollamak gibi küçük şeyler yaptık. İş yavaşladığında, artık eve gönderileceğimize yakın; yapılan ve henüz yapılmamış işlere göre ayarladığımız vardiya değişimiyle birbirimiz kollayacaktık. Bir kişi ketçap şişelerini dolduracak, bir kişi boşaltacak ve yıkayacak, bir diğeri onları tekrar dolduracak ve sonra tekrar boşaltacaktık. Aynı şeyi, şeker ve tuz için de yapıyorduk. Yönetimin bizden yanımızda taşımamızı istediği defterleri ve kalemleri satın almayı reddetmeye başladık. Satışlardan fişleri takıntılı bir şekilde toplamak yerine, fişleri birlikte geçici defterlere zımbalamak için işten sonra komşularımızla buluştuk. Yönetim, bunu amatörce bulduğu ve fişler onların mülkü olduğu için, söylenmeye başladı. Bu yüzden biz de onlar verene kadar ne olursa olsun defter taşımayı reddettik. Ne zaman işte yemek yesek, ne yediğimizi beyaz bir tahtaya kaydetmek zorundaydık. Biz de, dönüşümlü olarak kimin beyaz tahtayı her gün “yanlışlıkla” sileceği konusunda görev dağılımı yaptık. Uzun zaman önce, ben gerçekten berbat bir şeyin parçası olduğumuzu hissederdim. Artık, daha önce asla olmadığımız bir şekilde yaratıcı ve gururlu olmamızı sağlayan bir moment yakalamıştık. Ve ben, birbirimize olan bağlılığımızın bizi yenilmez kıldığını hissediyordum.

Bu süreçte Samuel ölümcül olmayan bir kalp krizi atlattı ve ambülansla en yakın hastaneye kaldırıldı. Doktorlar, ona, kan basıncını olağan seviyelere getiremediği müddetçe, çalışmasının mümkün olmadığını söylediler. Bu yüzden Melanie ve Nathan tüm yönetim işlerini yüklendiler. Samuel, işte, Melanie ve Nathan’a artık yardım edemez hale geldiği için, onlar, çalışanlara karşı daha saldırgan görünmeye ve bize nasıl davrandıkları konusunda daha dikkatsiz olmaya başladılar.

Kulağa küçükmüş gibi gelebilir, fakat benim için en büyük adımlardan biri, kendimi iş yerinde sözlü olarak savunmayı öğrenmek oldu. Ruth’un ve Melissa’nın beni desteklediğini bilirken bu daha kolaydı, fakat yine de bu durum beni geriyordu. Bunun sebei, disiplinli olmaktan korkmam değil, fakat ılımlı biri olmaktan hoşlanmamamdı. Bir gün, kapiçüno makinesinin buharında ellerimi kötü bir şekilde yaktım. Artık içecekleri hazırlarken daha yavaştım, zira sıcak buharda yanıklarım acı veriyordu. Nathan hızlanmamı söyledi ve ben de hızlandım. Bunun sonucunda ellerim anında bir kez daha yandı. Nathan bana daha hızlı çalışmamı ve gidebildiğimde masayla ilgilenmemi veya onu temizlememi söylemeyi sürdürdü. Ben şeker hastasıyım [hipoglisemik] ve bütün gün bir mola almadım. Bu yüzden kan şekerim düştü ve ellerim titremeye, bunun sonucunda da taşıdığım içecekler dökülmeye başladı. Kafamı kaldırdığımda, Ruth’un barın öbür tarafından Nathan’a bağırmaya hazır bir şekilde dik dik baktığını gördüm. Tam o anda, Ruth’un Nathan’a bağırması halinde, sükse yapanın yalnızca o olacağını farkettim. O bir şey yapmadan önce, benim bir şey yapmam gerekiyordu. Bu yüzden döndüm ve bağırdım: “Kes şunu! Bana bağırmana ihtiyacım yok! Değişim için bir şey yapmana ihtiyacım var!” Pek parlak sayılmazdı, hatta iddialı bile değildi, fakat bana şok olmuş bir şekilde baktı ve neticede işe yaradı.

Buluşmalarımızın birinde, Ruth, Melissa ve ben, işte herhangi bir taktik oluştumanın ne kadar imkânsız olduğunu konuştuk. Ne zaman yemekle ilgili bir problem ortaya çıksa (ki sıkça oluyordu) yönetim bu problemden, tembel veya aptal diye niteleyerek servis ve mutfak elemanlarını sorumlu tutuyordu. Çoğu restaurantta, bir müşteri geçerli bir gerekçeyle mennuniyetsizliğini dile getirirse, işletmeciler onların içeceklerini “ücretsiz” sağlarlar, müşterinin iyi niyetini koruması için ücretsiz servis yaparlar. Bu hareket çoğunlukla servis elemanlarının bahşişlerini de korur. Yönetim bizim için bunu yapmayı reddettiği için, Ruth parlak bir fikir ortaya attı: Yemekleri kendimiz ücretsiz sağlayacaktık. Eğer onun planı işlerse, Ruth bizden ona hesap yapmak için bir gün vermemizi istedi. Ertesi gün bize dönerek, planın işe yaradığını söyledi. Bu noktadan itibaren, eğer bir müşteri bizim hatamız olmayan bir şey yüzünden sinirlenirse, ona içeceklerini, bunun yönetim tarafından sağlandığını söyleyerek ücretsiz verecektik. Yönetim, içecek barında çalışması için birini tutmayı reddetmiş olduğu için, bunu yapmak çok kolaydı. Bahşişimizi kurtarmak için bir yiyeceğin hesaptan düşülmesi gerektiğini anladığımızda, kendi içeceklerimizi sadece kendimiz yapıyor ve bitene kadar kimseye duyurmuyorduk.

Cumartesiler saçma bir şekilde her zaman kalabalık olmuştur ve bizler, zamanında yetiştirme kapasitemizi aşan siparişlerin içinde tamamen boğulmuşuzdur. Her zamanki gibi bir Cumartesi, baş edebileceğimden daha fazla masam vardı ve yiyecekler devasa bir yığın halinde akıp gidiyordu. Masam için, mutfağın yavaş çalıştığını açıklayarak ve bekleyecekleri zamanı güncelleyerek, yapabileceğim her şeyi yaptım. Fakat masadaki adamlardan biri gerçekten öfkelendi. Ayağa kalkıp bağıra çağıra, yemeğini makul bir sürede yemeği beklediğini ve aşçı ile görüşmek istediğini söylenmeye başladı. Arka tarafa (mutfağa) gideceğini ve herkesi kıçlarının üstünde otururken bulacağını ve sonra da aşçının suratının ortasına bir yumruk atacağını söyledi. Adam sert adımlarla mutfağa doğru yürürken, tabakları verdiğimiz pencereden, Evan’ın dehşet dolu ifadesini görebiliyordum. Adamın arkasından, durması için bağırarak koştum. İyi ki mutfaktan önce dar bir koridor vardı ve tam zamanında oraya ulaştık, Ruth yolu bedenini kullanarak tıkamış, her iki yolu da kapatmış ve girişi engellemişti. Ruth, adamı koridorun dışına itmek için çabalarken, adam onu öteye itmeyi deniyordu. Nathan ve Melanie’ye gelip bize yardım etmeleri için seslendik, fakat cevap vermediler. Didişme birkaç dakika daha sürdü ve sonra adam birden pes edip, fırtına gibi restaurantın dışına çıktı. Sonra anladık ki, Melanie, bizden sadece birkaç adım uzakta, mutfak koridorunda saklanmıştı.

Evan, Ruth ile bana, kendisine öfkeli müşteri konusunda yardım ettiğimiz için teşekkür olarak içki ısmarlamayı teklif etti. Çok geçmeden, Evan bizim “suşi toplantılarımız”a katılıyor ve temizlik eksikliği ve sabah işe gelmesinden önce yapılan hazırlıkların yetersiz kaldığı gibi, mutfaktaki sorunlar hakkında konuşuyordu. Melissa, servis elemanlarının onun işini kolaylaştırmak için yapabileceği bir şey olup olmadığını sordu. O da, birkaç öneride bulundu. Bir tanesi şuydu: Koca restauratta bize duyuracak kadar yüksek sesle “sipariş hazır!” diye bağırmak zor geliyormuş ve bu yüzden, biz yemeği götürmeye geldiğimizde birkaç kere yemeğin hazır olduğunu söylemek zorunda kalıyormuş. Servis elemanları Evan’a, siparişler hazır olduğunda çalabilsin diye bir zil almayı kararlaştırdı. Ve o da bize yardımı dokunabilecek ne varsa yapmak istediğini söyleyerek, desteğini dile getirdi. Kahve mugları ve öteki bulaşıklar, biz onları aldığımızda, çoğunlukla kirli oluyordu. Bu yüzden biz de Evan’dan, bulaşıkçı –Hindistan’dan yeni gelmiş bir göçmen olan Tobin- ile görüşüp görüşemeyeceğini sorduk. Evan’ın, onu kendisiyle birlikte toplantılara gelmek üzere davet edeceğini ve bu sayede bizim de onunla konuşabileceğimizi umuyorduk. Nihayetinde o da, bizim toplantılarımızın müdavimi oldu.

Başarılı bir şekilde çözdüğümüz (yönetim için değil, kendimiz için) sorunlar başka problemlere sebep oldu ve nihayet farkettik ki, ödenmeyen ücretler gibi daha büyük problemler yüzünden, yönetim ile karşı karşıya gelmeye başlamak zorundaydık. Hepimiz iki yakamızı bir araya getirmek için mücadele ediyorduk. Melissa, Ruth ve Ben, yönetimin kayıtlarından bağımsız olarak kendi çalışma saatlerimize dair bir günlük tutmaya başladık. Ve böylece, ücretimizin sürekli olarak düşündüğümüzden daha düşük olduğunu bulduk. Mutfak işçilerini de/çalışanlarını da kendi ücretlerine göz atmaları konusunda teşvik ettik. Aldatıldığımız ortaya çıkınca, ücretlerimizi vermesi için yönetim ile mücadele etmek zorunda olduğumuza karar verdik. Melissa’ya fazla mesai ücretleri için en büyük meblağ borçlanılmıştı, bu yüzden biz de, bir sonraki iş günümüzde çekini isterken ona destek çıkmaya karar verdik.

Melissa’nın sabah vardiyasının sona ermesinden sonra, Ruth ve ben işe vardık. Melissa zamanı, Melanie’nin öfkelenme ihtimaline karşı, hepimiz orada olacak şekilde ayarlamıştı. Plan şu kadar basitti ki, biz Melanie’yi parayı vermek zorunda bırakacak kadar utandıracak şekilde, aralarındaki konuşmaya şahit olacaktık. Ruth müşterileri halledip, rahatsız edilmememiz için bizi kollarken, ben de mutfakta onlara katılacaktım. Her şey iyi başladı fakat işler pek de hızlı çözülmedi. Melanie, restaurantın finansal bir güçlük içinde olduğunu açıkladı. Melissa ise, bunun onun problemi olmadığını, eğer ödemesini almazsa hükümete/devlete/idareye resmi olarak şikâyet edeceğini söyledi. Melanie derhal ona “adi fahişe” diye hakaret ederek bağırmaya başladı. Birdenbire “Suratına bir tokat atacağım!” diye haykırarak, Melissa’ya tokat atmak için kolunu savurdu. Melissa, Melanie’den uzağa, geriye doğru koştu. Peşinde onu kovalayan Melanie ile birlikte mutfak boyunca kaçtı. Tamamen dehşete düşmüştük. “RUTH!” diye çığlık attım. Melanie’nin, Melissa’yı köşeye sıkıştırıp kolunu ona vurmak için tekrar havaya kaldırdığı, içine girilebilinen soğutucuya kadar onları takip ederek, arkalarından koşturdum. Melanie’nin kolunu arkadan yakaladım ve dengesini kaybedip geri adım atsın diye yapabildiğim kadar sert bir şekilde asıldım. Ruth soğutucunun içine ölümcül bir bakış fırlatırken, hepimiz şokta, donmuş ve gözlerimizi birbirimize dikmiştik. Melissa son derce sessiz ama güçlü bir şekilde “Bana vurmasan iyi olurdu, Melanie.” dedi.

Melanie kolunu benim elimden kurtardı ve bana “Seni aptal kadın. Ona sarılmaya çalışıyordum. Tıpkı kendi kızlarım gibisiniz.” dedi. Sonra yürüdü ve gitti.

Maaş çeki kazasından sonra, işte durumlar iyice ısındı. Hepimiz tek bir şeyde karar kılmıştık: Eğer herhangi birisi yönetime karşı yalnız kalırsa, muhtemelen kovulurdu. Restaurantın o zamanki bütün elemanları, Evan, Ruth, Melissa, bulaşıkçı ve ben, birayı fazla kaçırdığımız bir gece oturduk ve içimizden herhangi biri kovulursa, restaurantı, iflas etmemesi için eleman bulmayı denemek zorunda bırakacak şekilde, istifamızı verip terk edeceğimiz üzerine birbirimize söz verdik. Geriye dönüp bakıldığında, planladığımız yöntem pek de iyi bir fikir sayılmazdı, fakat o an için makul gelmişti.

Hepi topu iki hafta sonra, neredeyse ölü bir restaurantta çalışıyorduk. Yiyecek ve eleman ile ilgili problemler, gelen gidene de yansımıştı. Yönetim aktif bir biçimde restauranta yeniden eleman arıyordu, bu yüzden her an bizi kovabilirlerdi. Biz de işleri, bir insanın yapabileceği en zor hale getirmek için durmaksızın çalışıyorduk. Potansiyel işçiler/çalışanlar restauranttan içeriye girdiğinde onları hemen karşılıyor ve sessizce iş teklifini kabul etmemelerini zira yönetimin berbat olduğunu ve kafenin para da kazanmadığını söylüyorduk. Herhangi bir özgeçmiş bırakılırsa, parçalayıp çalışan tuvaletine atıp sifonu çekiyorduk. Nihayet yeni bir işçi ile konuşmayı ve işe almayı başardıklarında, Melissa nazikçe işleri yetiştirmek için ücretsiz fazla mesaiye kalmasını teklif ediyor ve ertesi gün yeni eleman gitmiş oluyordu. Hatta bir parça araştırma dahi yaptık ve şehirde bizim yöneticilerimiz tarafından işletilen bir başka kafe daha olduğunu öğrendik. O mekândan bizimkine eleman aktarmalarını engellemek için, diğer kafeye gittik ve Artistry’de ne ağır şartlarda çalışmakta olduğumuzu anlattık. Bir daha oradan hiç kimse buraya aktarılmayı kabul etmedi.

Birden fazlamızın çalıştığı yerlerde yarım saatten fazlasını almamıza müsaade etmeyerek [dinlenme] saatlerimizi bütün olarak kestiler, özellikle hafta sonları. Müşteri olmadığında, çoğumuzu meşgul etmek için yemek alanındaki tek parça yapma ağaçların tozlarını almak gibi tuhaf işler yapmamızı istiyorlardı. Geçen Ağustos’ta bir Pazar günü, hep birlikte süpürgelikleri camsille temizliyorduk, çünkü yapacak başka hiçbir şey yoktu. Süpürgelikler temizlendiğinde, yönetime tekrar ne yapılacağını soracaktık. Ruth, Melanie’ye, yapmayı yeni bitirdiğimiz bu iş gibi işleri yapmanın saçmalığından ve eğer başka bir masa yoksa, bize farklı bir iş bulmaları gerektiğinden yakındı. Ruth bir tepsi bulaşık ile mutfağa giderken, Melanie sakince Ruth’un eve gidebileceğini ve bir daha işe dönmeyebileceğini söyledi.

Kafamdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettim. Ne yapabileceğime dair en ufak bir fikrim yoktu. Ruth’a bakındım. Ruth’un yüzüne kocaman bir sırıtış yerleşmişti ve sonra bulaşık tepsisini kavradı, kendinden uzaklaştırdı ve yaklaşık bir buçuk metre kadar yükseklikten aşağıya bıraktı. Cam parçaları bütün salona saçıldı. “Ödeme çeklerini postala!” diye bağırdı, “Çünkü asla bu sıçtığımın işine geri dönmeyeceğim!”

Melissa ve ben vardiyamızın geri kalan kısmını tamamladık ve üçümüz işten sonra Evan ile buluştuk. Ruth’un işini geri almayı isteyip istemediğini bilmiyorduk, bu yüzden sessizce bekledik. Ruth ile konuştuktan sonra, tamamen bittiğini anladık. Ben ertesi gün kovuldum. Melissa, yönetim onunla konuşmadan önce istifa etmişti. Evan ve bulaşıkçı da öyle. Geride hiçbir eleman kalmadı.

Üç yönetici, bizim karmaşık işlerimizi yaparak, restaurantı birkaç gün daha açık tutmaya çalıştı. Fakat hafta ortasında kapatmak zorunda kaldılar. Yaklaşık altı yıl geçmiş, Artistry Fırın ve Kafe’de inanılmaz bir eleman tutma zorluğu oluşmuştu. Birçok servis elemanı, başvurmaya deymeyeceğini söyleyen birileri tarafından, Melanie’nin, birine vurmayı denediği söylentisini duymuştu.

Evan, profesyonel beyzbol oynamak için West Coast’a doğru yola çıktı. Tobin, bir likör mağazasında tam zamanlı iş bulmuştu. Melissa, Ruth ve ben üç kişilik bir şenlik ateşi partisi ayarladık ve üniformalarımızı yakarak, ateşi, arkamızda kalan dostlarımıza adadık. Üç ay sonra, Ruth ve Melissa ile birlikte eve döndüğümüz bir gece, Starbucks’ta radikal kafe örgütlenmesi üzerine bir IWW toplantısı posteri gördüm. Bütün bu zaman boyunca kendimi bir sosyalist olarak tanımlamıştım fakat kendimi gerçek politik çalışmadan uzak hissediyordum ve çalışırken edindiğim deneyimi açıklayacak bir şey istiyordum. IWW’nin kim olduğunu bilmiyordum, Ruth ve Melissa’a baktım ve “Bu insanlarla birlikte olmalıyım” dedim. Ruth ve Mel güldüler ve yorumlarıyla bana zor anlar yaşattılar. Bir sonraki Scientology etkinliği veya çılgınlığı hakkındaki kabataslak poster için de aynı şeyi söyleyecekmişim gibi taklidimi yaptılar.

Starbucks Çalışanları Sendikası’na gittim. Ve bu benim için iyi fakat kafa karıştırıcı bir etkinlik oldu zira sendikaları henüz yeterince anlayamıyordum. Önemli olduğunu hissettiğim sorunlarla, bazı şube üyelerinin kafasının etini yedim. Çoğunlukla oradaki insanlardan ve kafe çalışanlarını önemsemelerinden hoşlandım. Onların, kadının IWW’de oynadığı rolü yücelttikleri bir afişlerini gördüğümde ve yaşlı, beyaz bir erkeğin bu konuda coşkulu bir şekilde konuştuğunu duyduğumda, daha büyük bir ilgi duymaya başladım ve bir toplantıya gelip gelemeyeceğimi sordum. Aynı zamanda Uluslararası Sosyalist Örgüt’ün bir üyesiydim ve orada şimdiye kadar yalnızca bir kadının kadınlar hakkında konuştuğunu duymuştum. IWW’deki adamın da aynı konuda aynı fikirdeymiş gibi görünmesi çok hoştu. Beni buraya getiren şey, öncelikle kesinlikle kafelere odaklı olmasıydı ve Starbucks kampanyası, IWW’yi ilk defa duyduğum yerdi. Şimdi hem gurur duyuyor, hem de kararsız bir şekilde kendimi adamış bulunuyorum. IWW’de, kendi işkolumda/endüstrimde örgütlüyüm.

Artistry’de çalıştığımdan bu yana, daha etkin bir şekilde örgütlenmek üzerine birçok şey öğrendim, fakat iş arkadaşlarımın dayanışmasıyla ne kadar güçlü hissettiğimi asla unutmayacağım. Evan, profesyonel beyzbol kariyerini sürdürdü ve Ruth, Melissa ve ben yakın birer arkadaş olarak kalmaya devam ettik.

Robert, birkaç yıl önce yeni bir demokrat siyasetçiye ofisini kaptırdı ve ondan sonra kokainin etkisi altında, sarhoş bir şekilde araba kullanmaktan mahkûm oldu. Siyasi ünvanları elinden alındı. Ben de ona, yeni servis elemanı kariyerinden hoşlanmasını ve kendisinin, insanlara onun ödediğinden daha iyi ücret almasını dilediğim bir kart postaladım.

Medaline Dreyfus
çev: Oğuz Karayemiş

IWW Istanbul • 14/09/2016


Previous Post

Next Post

Leave a Reply