IWW İSTANBUL

Tartışma: Kadıköy Belediyesi grevi ve DİSK’in “mücadele” geleneği

Bu yazı Yeryüzü Postası sitesinde yayınlanmıştır. Ortak kaygılarımızı dile getirdiği için YYP’nin de izniyle sitemizde yayınlıyoruz.

Orijinali: https://www.yeryuzupostasi.org/2021/02/20/kadikoy-belediyesi-grevi-ve-diskin-mucadele-gelenegi-cem-gok/

DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası ile Kadıköy Belediyesi arasında süren toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması sonucunda 16 Şubat’ta belediye işçileri greve başlamıştı. Her kolektif işçi eyleminde olduğu gibi mücadelesinin tarafları ilk günden itibaren pozisyonlarını net biçimde göstermeye başladı. İşçilerin istedikleri ücreti çok bulanlar, sokaklarda biriken çöplerden yakınanlar, o çöpleri toplamak için grev kırıcı gönderenler, ağızlarından grevle ilgili tek bir söz çıkmayan “işçi dostu” siyasetçiler… Devam etseydi, daha neler görürdük bilinmez ama nihayetinde grev, sendikanın genel merkez yöneticilerinin, belediye yetkilileriyle gece gizlice yaptığı görüşme sonrasında TİS 18 Şubat sabaha karşı imzalandı. İşçilerin öfkeyle karşıladığı bu gelişme üzerine, Kadıköy Belediyesi işçilerinin bağlı olduğu Genel-İş’in 1 nolu şubesi, adet yolunu bulsun diye bir iki saat direnir gibi yaptı ama sonra “elden ne gelir” deyip genel merkezin kararına razı oldu. Böylece sendikanın hangi tarafta olduğu da bir kez daha görülmüş oldu.

Türkiye’de işçi mücadelesini ve sendikaları az buçuk takip eden kimse için bu yaşananlar şaşırtıcı olmasa gerek. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren, sendikalar tarafından gerçekleştirilen -yasaklanmayan, belirli bir süre devam eden ve işçilerin fiilen katılım gösterdiği- grev sayısı bir elin parmaklarını geçmediği düşünülürse… Buna karşın sendika dışı grev ve diğer kolektif işçi eylem örnekleri giderek çoğalıyor ve işçiler sendikaların bir işe yaramadığını artık görüyorlar. Asıl şaşırtıcı olan sol içersinde hala çok sayıda insanın DİSK’e bağlı diye bir sendikanın işçileri yarı yolda bırakmasına içerlemesi. Sendika içi pozisyonlar ve ilişki ağları üzerinden, -kişisel ve/veya politik- çıkar peşinde olanlar için zaten bir sözümüz yok ama işçi sınıfının mücadelesinin dönüştürücü gücünün farkında olan ve yıllardır samimi biçimde sınıf mücadelesi adına çaba harcayan insanların resmi sendikaların gerçek rolünü göremiyor olmalarını anlamak mümkün değil. DİSK’in mücadeleci bir geleneğe sahip olduğu mitine tutunarak, onu 1960 ve 1970’li yıllardaki “özüne” döndürmeye veya bir benzerini oluşturmaya çalışmak beyhude bir çabadan başka bir şey değil. Hele ki, DİSK içinde istedikleri konuma gelenlerin, tüm devrimci iddialarını yutarak, o çarkın bir parçası haline geldiklerinin sayısız örnek karşımızda dururken.

Kurulduğu dönemde DİSK’i oluşturan sendikalar, kendilerinden (ve diğer sendikalardan) bağımsız biçimde büyümekte olan bir işçi hareketinin rüzgarıyla, bugün olduğundan daha fazla grev gerçekleştirmiş, daha fazla sokağa çıkmış veya sesi daha fazla çıkarmışlarsa da DİSK hiçbir zaman Türkiye solunun genelinin kafasında kurguladığı, o mücadeleci sendikal yapı olmadı.

Yaşadığımız topraklarda, 1908 grevlerini bir yana koyarsak, 1960’lı yıllara kadar bir işçi hareketi ortaya çıkmamıştır. 1960’lardan itibaren ise grevler ve diğer kolektif işçi eylemlerinde gözle görülür bir artış yaşanmış, bu grev ve eylemler 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar her yıl artarak devam etmiştir. 1952 yılında bizzat devlet desteğiyle kurulan Türk-İş’in 1960’lı yıllarda ortaya çıkan bu mücadeleci işçi kuşağını kontrol altına alması mümkün olmamış, DİSK bu koşullarda belirli düzeyde bir alternatif haline gelebilmiştir.

DİSK uzun yıllardır Türk-İş içerisinde faaliyet sürdüren ve bir bölümü doğrudan Türk-İş’in kuruluş sürecinde yer alan sendikacılar tarafından kurulmuştur. Dediğimiz gibi, dönemin atmosferinin bir sonucu olarak 1960 sonrasında DİSK’i kuran sendikalar bir çok grev gerçekleştirmişse de bu sendikaların, ne konfederasyonunun kurulmasından önce ne de sonra yasal/anayasal sınırların dışına çıkan bir mücadele perspektifleri olmamıştır. DİSK’in varlığı yükselmekte olan mücadeleci işçi dinamiğinin birlik ve koordinasyonun ihtiyacınından ziyade, 1960’larla birlikte şekillenen resmi solun işçi sınıfı içinde mevzi elde etme çabasıyla ilgilidir.

1960-1980 yılları arasında 2000 civarında grev gerçekleşmişken, DİSK’i oluşturan sendikaların etkisi olan grevlerin sayısı en iyimser tahminle 100 civarındadır. Ve DİSK’e bağlı sendikalar, örgütlü oldukları, iş yerlerinde gelişen eylemleri her zaman yasal sınırlara haspsetmeye, radikalleşmesini engellemeye çalışmıştır. Bu dönemde asıl işçi dinamiği sendika dışı fiili grevler veya bazı iş yerlerinde çalışan işçilerin kendi aralarında kurdukları bağımsız sendikalar aracılığıyla gerçekleştirdikleri grevler yoluyla açığa çıkmıştır. Özellikle fırın, lokanta, inşaat ve maden işçileri tarafından çok sayıda sendika dışı, -ve dolayısıyla yasa dışı- fiili grev gerçekleştirilmiştir.

1965 Zonguldak havzasındaki maden işçilerinin grevi, 1969 Alpagut Linyit İşletmeleri işgal ve özyönetimi, 1970 Sungurlar kazan fabrikası işgali, 15-16 Haziran 1970 işçi ayaklanması, 1980 Tariş direnişi gibi dönemin bilinen militan işçi eylemleri ise sendikalar tarafından değil, sendikalara rağmen gerçekleştirilmiştir. Bunlar ve benzeri militan işçi eylemlerinin hemen hemen tamamında sendikalar; patronlar ve kolluk kuvvetleriyle beraber işçilerin karşısında konum almışlardır.

DİSK’in her sene “şanlı direnişimiz” diye kapalı toplantılarda andığı, 15-16 Haziran işçi ayaklanması da yaygın kanının aksine DİSK tarafından örgütlenmemiştir. DİSK’in etkisizleşmesine neden olacak yasa tasarısına karşı başlayan bu eylemler, DİSK’in ve genel olarak resmi sendikaların gerçek işlevini görmemizi sağlayan önemli örneklerden biridir. Tasarı meclise gelene kadar DİSK kılını bile kıpırdatmamış, yasanın meclise geleceği günlerde ise Ankara’ya kapı kapı dolaşıp kulis yapacak, bir heyet göndermekle yetinmiştir. Elbette bu çaba hiçbir işe yaramamış ve tasarı 12 Haziran’da mecliste yapılan oylamayla TİP dışındaki bütün partilerin lehe oylarıyla kabul edilmiştir. DİSK, ancak tasarının meclisten geçmesinden sonra, 14 Haziran’da tüm sendika yöneticileri ve iş yeri temsilcilerinin katıldığı bir toplantı organize etmiş, o toplantıda da ancak 17 Haziran’da bir miting için Valiliğe başvurma kararı alınabilmiştir.

Toplantı sonunda DİSK genel başkanı Kemal Türkler “Şimdi hepiniz, DİSK’in kararını bekleyerek evinize inançla, DİSK’e güvenle gidiniz.” der ama işçiler Kemal Türkleri dinlemez. 15-16 Haziran’da İstanbul ve Kocaeli’de onlarca iş yerinde, on binlerce işçi kendi kararlarıyla üretimi durdurur ve sokağa çıkar. Eylemleri örgütlemek bir yana, DİSK bürokratları, bu eylemlerin başladığından ancak bir kaç saat sonra haberdar olur. Hatta İzmit bölgesinde yürüyen işçiler Pirelli ve Goodyear fabrikalarının önüne gelerek bu fabrikalardaki işçilerin de eyleme katılması için slogan attıklarında DİSK’e bağlı Lastik-İş yöneticileri işçilerin yürüyüşe katılmasını engellerler.

DİSK yöneticileri ise 16 Haziran öğle saatlerinde, davet üzerine Harbiye Ordu Karagahı’na giderler. DİSK genel başkanı Kemal Türkler, Orgeneral Kemal Atalay’la yapılan görüşmede, eylemlerle DİSK’in hiç ilgisi bulunmadığını anlatır. Kemal Türkler daha sonra basına yaptığı açıklamada ise “Bizler Anayasa’ya sımsıkı bağlı işçiler olduğumuzdan, hiçbir hareketimiz Anayasa’ya aykırı olamaz. Ne var ki, bizim aramıza çeşitli maksatlar güden kişiler, çeşitli kılıklara bürünerek girebilirler. Hatta kötüsü, gözbebeğimiz şerefli Türk ordusunun bir mensubuna kötü maksatla taş atabilir, tahrikler yapabilirler. DİSK Genel Başkanı olarak sizi uyarıyorum.” der.

1971’den itibaren ise DİSK’in devlet ve sermayeyle bağlı pozisyonu daha açık bir hal almıştır. DİSK 12 Mart muhtırasını “DİSK, Atatürk devrimlerinin ve Anayasa ilkelerinin korunmasında, uygulanmasında ve geliştirilmesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yanında olduğunu belirtmekten kıvanç duyar.” sözleriyle açıkça destekler, 14 Ekim 1973 tarihinde yapılacak genel seçimlerde ise üyelerine açıkça CHP’ye oy verme çağrısı yapar. Kıbrıs işgalini de açıtan destekleyen DİSK, 21 Temmuz 1974 tarihinde yaptığı açıklamada bütün işçileri asgari birer brüt yevmiyeleri ile devletin savaş foruna katılmaya çağırır ve hükümete “kararname ve kanun çıkarma yoluyla devletin savaş fonu hesabına, bütün çalışanların günde bir saat fazla çalışma ile katkıda bulunması uygulamasını” önerir. Patronlara ise DİSK’e bağlı sendikaların devam grevlerini bitirmek için arabuluculuk yapmayı önerir ve bağımsız sendikaların grevlerini de bitirmek için arabulucuk yapmaya hazır olduklarını ilan eder.

DİSK’in bugün her mücadelede tökezlemesi, işçileri yarı yolda bırakması veya doğrudan patronla işbirliği içinde hareket etmesi, sendikalardaki bürokratların yetersizlikleri, ihanetleri vb. ile ilgili değildir. DİSK’e bağlı sendikalar tarihleri boyunca, dünyanın her yerindeki resmi sendikalar gibi, işçiler ve patronları uzlaştırmak için gizli kapaklı anlaşmalar yapmış, patronların zaten razı olduğu koşulları zafer diye sunmuş ve grev yapmaktan olabildiğince kaçınmışlardı. Kurumsallaşabilmiş tüm sendikalar yasalara bürokratik teamüllere sıkı sıkıya bağlıdır.

Unutulmaması gereken en önemli noktalardan biri de sendikacıların işçi olmadığı, çıkarlarının işçilerle ortak olmadığıdır. Çıkarları patronlarla işçilerin uzlaştırılmasını, ne şekilde olursa olsun sendikal yapının sürdürülmesini gerektirir. Aidatlar grev fonu gibi gereksiz yerlere harcanmamalıdır ki, yöneticiler yüksek ücretler alabilsin, kurdukları sofraları, yaptıkları gezileri sendikal giderler olarak daha rahat yazabilsinler. Sendikaların kendini devrimci olarak tanımlayan yöneticiler tarafından “devrimcileştirildiği” görülmemiştir ama kendini devrimci olarak tanımlayanların sendika yönetimlerine girip en sağcı sendikacıdan daha sağlam bürokratlar haline geldiği sayısız örnek vardır.

İşçilerin bu resmi sendikalara güvenmemeleri gerektiğini söylemeye gerek yok. Çünkü zaten işçilerin büyük çoğunluğu sendikalara güvenmiyor, dolayısıyla ya üye olmuyor ya da çalıştığı iş yerinde çalışma şartı haline geldiği için üye oluyor. Bir şekilde güvenenler ise, sendikaya ilk ihtiyaç duyduğu anda pişman oluyor. Asıl sorun çalıştığımız iş yerlerinden başlayarak resmi sendikaların gerçek rolünün anlatılması ve bunun alternatifinin yaratılmasıdır. İşçilerin onları patronlarla uzlaştıracak, ellerini yasalarla bağlayacak, mücadele ederken sırtlarında kambur olacak resmi sendikalara değil, farklı düzeydeki ekonomik ve politik mücadelerinin araçları olarak gerçek iş yeri örgütlenmelerine ihtiyaçları var. Yani komiteler, konseyler, ağlar vb. ne isimle adlandırırsak adlandıralım iş yerlerindeki gayri resmi örgütlenmelere. (Bu konuda bkn. https://www.yeryuzupostasi.org/2020/07/18/is-yeri-orgutlenmesi/) Kendini devrimci olarak tanımlayan, sınıf mücadelesi adına samimiyetle emek veren insanların da yapmaları gereken, iş yerlerinde sözünü ettiğimiz, gerçek işçi örgütlenmelerinin oluşturulması için çaba harcamak, bulundukları her yerde bunu anlatmak ve bu yöndeki çabalara destek olmaktır.

IWW Istanbul • 21/02/2021


Previous Post

Leave a Reply