IWW İSTANBUL

Faşistlerle Çalışırken…

racismİşyerimdeki yeni bölümümde toplam 7 kişiyiz. Ve bölümde benim dışımda kalan herkes faşist. Hem de bildiğiniz kafatasçı ırkçı faşist. Faşizmi “çürüyen kapitalizmin tekelci aşaması emperyalizmin, finans kapitalin terörist diktatörlüğü” olarak tarif etmeyen her aklı başında insan ne dediğimi anlayacaktır. Bunların “elinde komuta edecek güçleri olsa” -ve tabi bu kadar ezik ve korkak olmasalar- şu ana kadar “sokaklarda adam doğramaya” başlamışlardı. Kızgın olduğum için söylemiyorum. İtalikler onların kendi cümleleri. “İdi” demek daha doğru olacak sanırım. Çünkü anlatacağım gibi, bir şeyleri yavaş yavaş değiştirdiğimi düşünüyorum.

Şirketin böyle bir politikası yok. Yani bu kadar akıl hastasının bir araya gelmesi tamamen tesadüf. Aslında dışarıdan kötü görünse de, bu benim için bir şanstı. Tüm muhalif çalışanların kendisine solcu, demokrat devrimci vs. dediği bir bölümde, bir şirkette, bir üretim havzasında işyeri çalışması yapmak en kolay olan. Zaten solcu olan çalışanları işyerlerinin kolektif kontrolüne, kapitalist hiyerarşinin parçalanması gerektiğine, politikanın asıl olarak işyerlerinde yapılması gerektiğine ikna gerçekten basit. 1 Böyle işyerlerinde AKP’liler ise kendilerine güvensizler. Ağızlarından köpükler saçmıyorlar en azından.

Ama bizim Ege‘nin başına geldiği 2 gibi tüm çalışanların silme AKP’li olduğu bir yerde ya da benim 6 aydır başımda olan gibi silme şöven bir bölümde çalışıp orada işyeri çalışması yapmaksa direk cephede savaşmak demek. Ve Türkiye’de devrimci olduğunu, solcu olduğunu, egemen sınıfa karşı savaştığını iddia edip, hayatında bir sağcı insanı bile ikna etmeye uğraşmamış o kadar insan var ki, çektiğimiz çilelerin bir işe yaradığını bilmek bile bize yetiyor.

62719866 ay önce bölüme geldiğimde IWW üyesi tüm bireylerin yaptığı gibi önce işi öğrenmeyi, sosyal/politik ve fiziksel haritalama yapmayı ve insanların sorunlarını öğrenmeyi amaçladım. İlk üç ay bu işler için yetti de arttı bile. Yapılan iş dışarıdan bakıldığı zaman kalifiye görünen bir iş. Ama ortalama eğitim almış ve bilgisayar kullanabilen herkes işin en azından %90’ını 2-3 ay içinde kapar. Sosyal, politik ve fiziksel haritalama daha da hızlı sonuçlandı: Yani kim kimdir, kim kiminle nasıl bir ilişkide, kim patronun yalakası, kim muhalif, kimin hangi fikri var ya da fikri var mı, kameralar nerede, nerede toplanırsak ilgi çekmeyiz vs.

Ve bunun sonucunda gördüm ki gerçekten sert kayaya çarpmıştım. Şirkete atıp tutan, AKP’ye muhalif görünen, en az ikisinin Gezi’ye katıldığını iddia ettikleri, ama iş patronun ve müdürün emirlerine gelince, panik halinde denileni yapan çalışanlardan oluşan bir bölüme düşmüştüm. Kıdemli sayıldığım için ilk anda bana da hiyerarşide yer vermeye çalıştılar, göstermelik saygı ifadeleri, kesinlikle bilmeleri gereken şeyleri sanki bilmiyormuşcasına bana sorarak, hafif “işi biliyor mu acaba?” testleriyle vs. ile. Ama bu durumu şakalar ve olabildiğince acemi görünerek kolayca aştım. Böylece sıradan muhalif bir çalışan olduğumu, onlardan çok da farklı olmadığımı kısa zamanda gösterdim.

Ardından işyeri hiyerarşisine karşı kimlerle işbirliği yapabilirim problemine geldiğimde, birden bire yukarıda anlattığım durumu farkettim. Muhalif görünen tüm çalışanlar aslında inanılmaz derecede şövenisttiler ve şirkete karşı kendi haklarını almak için mücadele etmektense, tüm nefretlerini diğer bölümlerdeki arkadaşlarımıza yöneltiyorlardı. Aslında beklenen bir durum ama şurası ilginç: Çalışan bir kişi ne kadar Kürt düşmanıysa, o kadar da diğer takım arkadaşlarına nefretle yaklaşıyordu. Yani nefretleri yalnızca Türk olmayanlara değildi, kişilik olarak zaten kapitalist hiyerarşinin çoğu zaman istediği birbirini çekemeyen, durmadan rekabet halinde olan bir haldeydi. Hepsi, her iki üç haftada bir birbirleriyle kavga edip, daha önce kavga ettiği kişiyle yakın ilişkiler kuruyordu. Durmadan yeni “ittifaklar” yeni arkadaşlıklar doğuyor, bir hafta sonra onlar da kavga etmeye başlıyorlardı. Bu tür kişilikler, kendilerinin ezildiğini düşünen insanlarda bolca bulunur. Zannederler ki kendi dertleri dünyanın en büyük derdi. Çocuğu olan biri hariç diğerleri çok gençtiler ve tamamı İstanbul’a sonradan göç etmişlerdi. Dolayısıyla yıllardır kendilerinin Anadolunun bağrında inim inim inlediklerini düşünüyorlardı.

8294479Böyle bir durumda yalnızca “işverene karşı birlik olmalıyız!” naif yaklaşımı hafif kalacaktı. Ben de kafadan artık karakterleri olmuş Kürt düşmanlıklarına dalarak başladım. HDP’ye oy verdiğimi, onların kutsal saydığı ne varsa aşağıladığımı açıktan ilan ettim. İlk tepkileri beni yalıtmaya çalışmaktı. Komik çocuklar. Tabi ki işe yaramadı ve her mola bir arenaya dönüştü. Bu tartışmalara yalnızca benim bölümümdekiler değil, diğer bölümlerdekiler de ilgi göstermeye başladılar.

Kullandıkları argümanlar ipe sapa gelmez. Ama yine de sizin de başınıza gelebilir diye anlatmak zorundayım: Mesela Kürtlerin hiç çalışmadığı, devletin Kürtleri beslediği ilk argümanları. Yeşil kartın Kürtler için çıkarıldığını iddia ediyorlar. Onlara göre elektriğin pahalı olmasının nedeni Kürtler, çünkü faturayı ödemiyorlarmış. Ama devlet onların elektriğini kesemiyormuş. Çok çocuk yapıyorlarmış ve bunun nedeni devletin onlara bakmasıymış. Hatta aralarından birine SGK, askerden sonra baba parası yediği dönem için borç çıkarmış, o borcun nedeni Kürtlermiş. Kürtlerin hepsi ya İbrahim Tatlıses gibi inanılmaz zenginmiş ya da zengin olmak üzereymiş. Hem tüm Kürtler devlet düşmanıymış, hem de Kobane’de yardım “dilenmişler”. IŞİD bunları mahfetmiş, Amerika gelmiş kurtarmış. Ama Kobane’yi yine de kahramanlık diye anlatıyorlarmış. Devlet hiç bir zaman köylerini yakmamış, hiç bir şekilde onlara işkence yapmamış, 17 bin faili meçhul yokmuş, Kürtçe diye bir dil yokmuş, bunlar AKP’nin uydurduğu şeylermiş. AKP’yle HDP işbirliği yapıyorlarmış. Kürtler kadınlarını alıp satıyorlarmış. Kadının Kürtler için hiç bir değeri yokmuş. Çocuk gelin dizilerin hepsinin doğuda çekilmesinin nedeni oymuş. Ticarette asla onlara güvenilmezmiş çünkü herkesi kazıklıyorlarmış. Çocuklarını gaspçı olarak yetiştiriyorlarmış. Hiç bir terbiye vermiyorlarmış. Vs…

Tartışmalarımız boyunca bunun gibi ahlaki olarak aşağılık, yalnızca fikir olarak ele alsak bile tamamen saçma, gerçeklerle ve birbirleriyle çelişkili onlarca taşı eteklerinden döktüler. Hani Aziz Yardımlı Hegel’i çevirirken “Duyunç” diyor ya. İşte o bu insanlarda yoktu. Empati sempati hak getire. Hepsine karşı duyduğum mide bulantımı onlarca kez yüzlerine vurduğumu söylemeden geçmeyeyim.

Zaten yeşil kart muhabbetinin ne kadar saçma olduğunu anlatmak kolay. Elektrik Mühendisleri Odasının sitesinde kaçak elektriği kimlerin kulandığının detaylı bir incelemesi mevcut. Devletin çocuk için verdiği teşvik parasının bir çocuğun mamasına bile yetmeyeceğini de anlatmak kolay. Üstelik zaten kendi babalarının kaç kardeş olduğunu hatırlatmak bile yetiyor. Kendi babalarının annelerinin ne olduğunu görmeden ağzılarından köpükler saça saça Kürtleri suçlamaları yalnızca düşük zekalarını gösteriyor. Kobane hikayesini telefonda Google Maps’te Suriye ve Irak’ı göstererek, twitterda Kobane hakkında yazılanları okuyarak def ettim. Kendi oy verdikleri partiler neredeyse hiç bir kadın milletvekili çıkarmazken HDP’nin bu konudaki olağanüstü çabalarını gösterdim. 90’lar boyunca yapılan herşeyi anlattım. Diyarbakır cezaevini, köy yakmaları, kurşuna dizmeleri, faili meçhulleri, Hizbullahın yaptıklarını tek tek ortaya serdim. Çocuk yetiştirme konusunda kendi anne babalarının da eksik olduğunu, çünkü evlatlarını “Suçun bireysel olduğu, bir topluluğun, bir halkın potansiyel suçlu sayılamayacağı” bilgisini vermeden yetiştirdiklerini defaatle ifade ettim.

Yaklaşık 6 aydır bu kadar çok konuda, bu kadar çok saçmalıkla münasebetimin sonunu merak etmişsinizdir: “Solda sıfır, elde var sıfır” değil. Belki kişisel yeteneksizliğimdir, belki sözü kuvvetli birisi onları başka araşlar kullanmadan ikna edebilirdi, ama ben yapamadım. Birazdan anlatacağım noktaya yalnızca saçma sapan fikirlerini tartışarak gelmedim. Şövenizmlerini ortadan kaldıracak, diğer çalışanlarla birlik kurmalarını sağlayacak yolun ipuçlarını buldum. Bu kadar korkunç deneyimi anlattıktan sonra nasıl oldu diye sormanız normal. Aslında sitede bir çok yerde ifade ettiğimiz olay: Kopuş

9706551Şunu farketmemek mümkün değildi: Ne zaman işveren haklarımıza saldırsa homurdanmalar başlıyordu. Bana olan tüm düşmanlıklarına rağmen hemen çevremde toplanıp ya neler yapmak lazım diye soruyorlardı ya da “Komünist hadi bize liderlik et!” diye görünüşte alay ediyorlardı. Ama her seferinde saldırıyı püskürtme planına uymaya çalıştılar. Bu ayı da katarsak 7 ayda böyle 3 ayrı olay meydana geldi: bölümden iki kişiyi gönderme, Ocak’ta zam vermeme ve normal fazla mesai dışında bir de hafta sonları fazla mesai. İlkini ve üçüncüsünü birlik olup, müdür yalakası olanları dışlayarak aştık. Ocak zammını ise alamadık ama tüm gerginlik boyunca sendikalı olmak gerektiğine ilişkin fikirleri dolaşıma soktuk.

Bana olan düşmanlıklarına, beni vatan haini ilan etmelerine rağmen patronlara karşı mücadelede 6 ay içinde adım adım bana güvenir hale geldiler. Bu ikili bir süreç: Hem kendi egemenleriyle mücadele ettikleri anda şövenist fikirleri geri çekildi ve bir vatan haininin kendi öz be öz Türk patronlarına karşı düzenlediği gizli toplantılarda yer aldılar, hem de kendi aralarındaki çelişkiler giderek azaldı. Zannetmeyin ki patron bastırınca işçiler otomatik olarak birlik olur. Hayır! O kadar basit değil. Aynı zamanda şövenist saçmalıklarının saçma sapan olduğunu gördükçe, asıl çözümü aramak gerekti ve diğer insanlarla çok daha kolektif tavırlar almaya başladılar.

İşin özeti şu: Mücadele etmek yemediği için şövenist fikirlere gömülmüşler ve kendi fantazi dünyalarında düşmanlar arayıp, yel değirmenleriyle savaşıyorlardı. Şövenist fikirlere saplandıkça birbirlerini yiyiyorlar ve mücadele edemez hale geliyorlardı.

Mücadele etmeye başladıkça şöven fikirlerinden kurtulmaya başladılar ve şöven fikirlerinin saçmalığını farkettikçe birlik içinde olmanın ne kadar gerekli olduğunu anlamaya başladılar. Tamamen diyalektik değil mi?

Yani şimdi bulunduğum işyerinde Kürt sorunu tartışarak, yalnızca faşist iş arkadaşlarımı dönüştürmeye çalışmadım, aynı zamanda onları birbirlerine karşı nefretten uzak tutup, mücadelenin bir parçası haline getirmiş de oldum. Aynı zamanda mücadele için gerekli şartları yaratarak şövenizmlerinin gerilemesini de sağladım.

Adım Hıdır, elimden gelen budur. Tek başıma böyle bir grupta yapabildiğim bu kadar. Gelecek ne gösterir bilmiyorum. Ama sizlere öykünün geri kalanını aktaracağım.

2) Ege kendi deneyimlerini şu yazılarda özetliyor:
http://iwwist.org/archives/168/168/
http://iwwist.org/archives/446/yeni-turkiyenin-yepyeni-isyerlerine-hosgeldiniz/

                                                            8228123_orig

IWW Istanbul • 28/03/2015


Previous Post

Next Post

Leave a Reply