IWW İSTANBUL

Beraber Kazanmak – kollektif kimlik ve işyeri hareketi

Beraber Kazanmak – kollektif kimlik ve işyeri hareketi

Solidarity Federation* – Teknoloji ve Dijital Çalışanlar Ağı ‘nın bir üyesi, kendi işyerinde ortak sorunları seslendirip işyeri zaferleri kazanarak kollektif kimlik inşa etme tecrübesini anlatıyor.

Noel tatilinde evde oturuken , işyerindeki bölüm müdürümüzden bir e-posta aldım. E-postada, bölümdeki tüm çalışanların ciddi bir ücret zammı aldıklarını söylüyordu, mesaj geçen Kasım ayı tarihliydi. ‘Tebrikler’ diyordu.

Fazlasıyla sevinmiştim. Sadece bu fazladan para için değil, çünkü bu güzelliğin şirket yöneticilerimizin kalplerinin iyiliğinden değil, bölümdeki tüm çalışanların uzun vadeli kollektif hareket kampanyası ve yarattıkları baskı yüzünden gerçekleştiğini biliyordum.

Modern işyerlerindeki kollektif hareket ve dayanışmanın artık daha önceki normlarında olmadığını söylemek sanırım doğru olur. Bu özellikle Birleşik Krallık için doğrudur. Çoğu insan kendi çalıştığı yeri, rekabetçi ve yabacılaştırıcı bir ortam olarak algılıyor; zorlayıcı/baskıcı yönetim, kuralların katı zorlayıcılığı, diğer herşeyden çok ‘üretkenlik’ üzerine bir odaklanma. Çoğu insan için çalışmak, zorlayıcı/acı verici bir disiplin rejimi.

Benim de çalıştığım teknoloji hizmet endüstrisi çoğu durumda farklılık gösterir. Yukarda bahsettiğime benzer bir ‘çalışma disiplinini’ içselleştirmiş görünen bir çok çalışan vardır. Çalışanlar kendilerini yaptıkları işe şevkle bağlı hissederler. Öyle ki, çoğunlukla zorba yönetici gibi bir baskıya gereksinim duymadan sırtlarına daha fazlasını yüklemeye gönüllü olduklarını görmek oldukça yaygındır. Birisi fazla mesai ücreti almadan çalışamaya gönüllü olur, diğeri bunu tüm bir haftasonu yapamaya, bir üçüncüsü ise gece saat 11 e kadar çalışmaya, ‘çünkü proje gerektirmektedir’. Bu insanların bunun gibi şeyleri gerçekten yapmak istemediklerini, bu endüstride bir süre çalışana kadar fark etmemiştim. Kim kendi özgür/serbest zamanından bedavaya vazgeçmek ister ki? ‘Beklenti’ bir çeşit kültürel şeye dönüşmüş durumda. Her çalışan, eğer endüstride kalmak istiyorsa kendini diğerlerinden daha fazla zorlaması gereken birer birey olarak görüyor. Böylece, kendi meraklarını/ilgilerini önemsemeyen/geri plana iten çalışanların bakışını anlayabilirsiniz, çünkü kendilerini tekil bir birim olarak görürler, kalabalığın içince ayakta durmaya çalışan yalnız işçi.

Bu anlattıklarım, benim işyerimi epeyce iyi tanımlıyor. Yalansız, ilk başladığımda ben de çokça ekstra çaba göstermiştim. Çok büyük ve büyüyen bir şirketin en alt bölümünde çalışıyordum ve eğer çok çalışırsam daha ilginç bir iş ve daha iyi maaş alabileceğimi düşünmüştüm. Bir buçuk yıl çabaladıktan sonar fark ettim ki; nafileydi. Şirketi gerçekte olduğu şekilde görmeye başladım; küçük bir ödül için bellerini kıran koca bir grup yetenekli insan. Öte yanda, patronlar çok çok az ya da hiç iş yapmadan daha da zengin oluyorlardı. Işte tam o sıralarda SOLFED e katıldım ve ilk olarak kendi işyerimde organize olma perspektifinden/açısından bakmaya başladım.

İlk olarak, nabız yokladım. Kendi bölümümdeki güvenilir iş arkadaşlarımla konuşmaya başladım ve o mutlu ve hoşnut çalışma görüntüsünün altında herhangi bi şikayet olup olmadığını anlamaya çalıştım. Bunun zor olduğunu fark ettim. Herkes, şirketteki yerinden memnun görüyordu. Hepsinin kalabalıktan sıyrılıp merdivenin basamaklarını tırmanmama hayalleri vardı. İş arkadaşlarımın çoğu kendilerine düşeni yapmak için türlü pisliğe katlanmaya istekli görünüyorlardı. Bu noktada karamsarlığa kapıldım. Benim dışımda herkes işten memnun görünüyordu. Belkide organize etmeye çalışmamın yanlış olduğunu düşünmeye başladım. Bu düşme noktasından sonar işler ilginçleşmeye başladı.

Ofiste bi çeşit araç olarak Skype kullanırız. Developerlar arasında, uzun e-posta zincirlerlerine kıyasla IM ile haberleşmek daha kolaydır. Herdaim-mevcut/herdaim kendisini gösteren bölüm müdürümüzün özellikle sürekli sessiz olup işimizi yapmamızı söylediği bir gün, ki bu bizi her zaman rahatsız etmiştir, içimizden biri yönetici dışında bölümdeki herkesi içeren bir grup sohbeti başlattı. Başlagıçta sadece her beş dakikada bir “Hişşşttt” lenmeden muhabbet etmenin eğlenceli bi yoluydu fakat kısa süre sonra baraj kapakları açıldı. Bi kere yönetimin kontrolü ve genel ‘çalışma kültürü’ dışında birbirimizle konuşabilecek bi alana sahip olunca, insanlar dertleri hakkında konuşmaya başladılar ve yalnız olmadıklarını fark ettiler. Bir konu özellikle diğerleri arasında belirginleşti. Ücretler.

Üstesinden gelinecek onca derdin yanında, geleneksel olarak iş kolumuzda ücretler düşüktür. Üstelik, ücretlerimiz düşük standarttan bile daha azdı. Bu yeni haberleşme kanalımızda bu meseleleri grup olarak tartışmaya başladık. İşte bu noktada, şu ana kadar uzun bir yol kattetiğini düşündüğüm bazı küçük dayanişma hamleleri yaptım.

Bir gurup sözleşmeli çalışan, ben ve diğer bazılarımızın bir yıl önce bizim aldığı terfiyle kadroya alınacaktı. Aralarında en konuşkan olanına, onlara bizimde aynı terfiyi aldığımızı söyledim ve ona bizim aldığımızdan daha az maaşı kabul etmemesini tavsiye ettim. Biresysel bakış açısından bakınca bu pek anlamlı olmayabilir. Başkası benden daha az kazanıyorsa banane? Ben kendi paramı kazanıyorum. Sadece bir iş arkadaşımın kötü durumda olmasını istemedim çünkü tümümüzü bir sınıfın bir parçası olarak görüyorum, bütün işçilerin birliği. Küçük bir dayanışma hamlesiydi ama tüm samimiyetimle.

Benim bir yıl önce ne aldığımıza dair verdiğim bilgi, gayri-resmi ağımızda hızla yayıldı ve tartışma ilerledi. Bi kısmımız, şirketin yeni kadrolu çalışanları para için zorlayacağı ve sıkıca karşı durmamız gerektiğini belirttik. Diğerleri, partonlarımızın mantıklı olduğunu ve bu kadar gayri ahlaki ve kendilerine yarayacak bir numarayı asla denemeyeceklerini savundu.

Ardından, yukardan aşağıya doğru fısıltılar başladı. Patronlar, gerçekten de daha önce bize verdiklerinden daha azını vermeyi düşünüyorlardı. Yıllık, tam 500 Pound daha az. Kızgınlık büyümeye başladı ve insanlar iyice öfkelendi.

Önemli olan öfkenin ortak olmasıydı. Öfke, bu şekilde aldatılacak olanlarla, bizler gibi halihazırda zaten zammını almışlar tarafından paylaşılıyordu. Konuşmalarımızda ve iletişimimizde, bir “biz” algısı oluşturmaya başladık. Sadece belli bir görevi ve yöneticisi olan bir bölüm olarak değil, bir çalışanlar grubu olarak. Biz zaten zammını almış olanlar iş arkadaşlarımız adına kızgınlık duyuyorduuk, çünkü bunun sadece ayrık tutulmuş bir kaç geçici işçiye karşı bir saldırı olmadığını anladık, bu hepimize karşıydı. Yaptığımız tüm işe karşı bir tavır, patronların hepimize karşı ne kadar az saygıları olduğunun bir göstergesi olarak.

İş hayatımda ilk defa bir hareket planının oluşmaya başladığına şahit oldum. Bir militant/nefer olarak onu geliştirmek ve kollamak için elimden gelenin en iyisini yaptım ve zamanı geldiğinde öfke ve ortak bilincimizden kendiliğinden ortaya çıkıverdi. Organize etmedim, nihayetinde bende diğer herkes gibi sadece bir parçasıydım.

Maaş zamları kesinleşmeden önce, patronlarımızla ‘gözden geçirme toplantıları’ yapmamız gerekiyordu. Herhangi bir ofiste çalışmış herkes bu tip toplantılara aşinadır. O partonların çok sevdiği aynı sefil biryecilik ve yabancılaşma duygusunu teşvik etmek için tasarlanmışlardır. ‘İşte nasılsın?’, ‘(yönetciler olarak) işte daha iyi olman için sana (sen yalnız işçiye) nasıl yardım edebiliriz?’. Bir sonraki adımda ne yapacağımız tam olarak oluşmaya başlamıştı.

Planlandığı gibi görüşmelere teker teker gidip, soruları cevaplayıp o anlamsız tartışmaları her zaman olduğu gibi yapmaya karar verdik. Fakat, ‘başka bi problem var mı?’ diye sorduklarında;

Bizler doğru dürüst bir zam istiyoruz’

Bu konuda birlik ederek aramızda bir antlaşma yaptık. Her ne olursa olsun buna sadık kalacaktık. Dayanışmanın önemi ve kollektif kimlik bu sade biçimde ortaya çıktı. Eğer birbirimize güvenemez bir halde o toplantıya gitsek ve herkes kendi başının çaresine bakmaya kalksa, tüm bu uğraş anlamsız kalırdı.

Olduğu şekliyle, beklenenden daha iyi gerçekleşti. Gözden geçirme toplantısının o bireyci doğasını kollektif hareketlilikle işlevsiz kılmak müdürümzü şoke etti. İlk toplantıdan (‘ehhh, sanırım bu bi noktada tartışmamız gerekecek bişey’) son toplantıya (‘Of, bu anlaşmada mahfoldum!, Bunu zorlamakta ciddiyim!, Ben de o kadar çok almıyorum’) tepkisindeki değişim bunun kanıtıydı. Hepimiz, nasıl tepkiler verdiğini biliyorduk, çünkü toplantıdan çıkan herkes ortak haberleşme kanalımızdan durumu rapor ediyordu. Müdürümüz, aslında bütün bölümün ağız birliği yaptığını ve onu zor duruma düşürdüğünü (geri adım attırdığını, bastırdığını) yavaşça fark etti ve sanırım hala kendine gelebilmiş değil.

İş arkadaşlarımız geçen sene bize verilenin aynısı aldılar. Bu çok çok küçük bi başarıydı ama ben yine de çok mutlu oldum. Kollektif bir şekilde birşeye karar verdik, bi planda karar kıldık ve onu uyguladık.

Fakat bi kere cin şişeden çıktımı, onu geri sokmak zordur. Maaşlar ve zam hakkındaki tüm o konuşmalar bizi maaş bordrolarımıza dikkatle baktırdı. İş kolumuzdaki ortalama ücretler araştırıldı ve bilgi gayri resmi sohbet ağımıza taşındı. Kıs süre sonra, aramızda en yüksek ücret seviyesinde olması gerekenler de dahil hepimizin endüstri ortalamasının altında ücret aldığının farkına vardık. Tartışma aynı zamanda yaptığımız işe de odaklandı. Yaptığımız iş genellikle ‘niteliksiz iş’ olarak sınıflandırılırken, fark etmeye başladık ki aslında oldukça yüksek teknik bilgi ve beceri sahibi olmamız bekleniyordu. Bunun yanında bi de aldığımız ücretle geçinmek giderek zorlaşıyordu.

Bir zam daha almamız gerektiğine dair bir fikir dolaşmaya başladı. Hepimiz için doğru dürüst bir zam. Bir öncekinin temelleri üzerinde yeni bir mücadelenin oluşmaya başladığını fark ettim. Bir öncekisi sınırların test edilmesiydi. Şansımızı denemiş ve kazanmıştık. Öyleyse, neden bi kez daha yapamayalım? Endişeler vardı tabi ki. Gerçek korkular asla hafife alınmamlıdır. En büyük olanı, doğal olarak, işten çıkarılmaktı. Yaptığımız işe olan katkımızın ve ortak becerilerimizin bilince varmaya başladığımız için şunu fark ettik, içimizden herhangi biri gözden çıkarılabilirdi ama birarada tamamen farklı bir şeydik.

Birgün bir tartışmada şundan bahsettim, şirketin tüm proje sonuçlandırmaları birarada öyle yoğun bir takvimle planlanmıştı ki, (bizlerin doğal olarak gönüllü olup fazladan çalışarak açığı kapatmamız bekleniyordu) tüm bir bölümü işten çıkarmak tam bir yıkım olurdu. Tüm şirket projenin ortasında işten çıkarılanların yerine alınacak yeni çalışanları eğitmek için zaman kaybederken, teslim tarihlerine yetişilemez, önemli müşteriler kızabilirdi. Bu pek de profesyonel bi yaklaşım olmazdı.

İşte bu noktada, dayanışma sıradan bir kelimeden daha fazlası olmaya başladı. Dayanışma, aynı çıkarları paylaşmamızın ve onlar için sadece birarada olarak savaşabileceğimizin cisimleşmesiydi. Soyut bir kavram olmaktan, paylaşılan gerçek bir tecrübeye dönüştü. Roller tersine döndü ve biz yöneticimizle bir toplantı ayarladık. Başka bölümden bir arkadaşımız daha sonra bana bi mesaj atıp ‘neden hepiniz birden müdürün ofisine doğru yürüyordunuz?’ diye sordu, yani fark edilmemesi imkansızdı. Şikayetlerimizi ortaya koyduk ve özellikle bir zam daha istediğimizi söyledik. Toplantıyı herkesin sırayla düşük ücretlerin bize ne yaptığını ve bu yüzden yaşadığımız sıkıntıları anlatacağı şekilde organize ettik. Böylece, ortada hedef haline gelecek bir ‘elebaşı’ olmadı. Bu toplantıyı hep beraber talep ettik. Hepimiz daha fazla para istedik. Uğraşsın bakalım bunla.

Müdürümüz bir sürü bahane ve erteleme taktikleriyle bizi bi kaç ay oyalamaya çalıştı ama biz baskıyı sürdürdük. Müdürümüzle yaptığımız düzenli toplantılarda hep bu konuyu gündeme getirip, durum hakkında haberleri sorduk. Sonunda müdürümüz çözüldü ve zam almamızı istediğini ama kendisinin bir üst müdür tarafından nadiren dinlendiğini anlattı. Bu bence çok şey anlatan bir itiraftı. Ona bu konu hakkında o kadar çok baskı yapmıştık ki, kendi bölümüne, patronlar karşısında genel olarak güçsüz olduğunu itiraf ediyordu.

Bu itiraf yüzünden, konuyu üst katta zorlamak için çabasını ikiye katladı. Kişisel olarak bunun nedeninin, eğer istediğimizi almamızı başaramazsa sadece kendi pozisyonuna olan saygıyı kaybedecek olması değil, üstüne bi de çok kızgın ve organize bir grup çalışanla uğraşmak zorunda kalacak olması olduğunu düşünüyorum.

Diğer bölümlerden destek aldı ve şirketteki bazı önemli müdürlerden yardım istedi ve yöneticilere yeni bir ücret ölçeği (ücretlendirme sistemi) önerisi sundu. Tüm bunları bizim alttan gelen sürekli baskımız yüzünden yaptı.

Yüneticilerin ve şirket ortaklarının yıllık ücret toplatısından sonra, e-postaları aldık. Tüm testçiler için ücret zammı anlamına gelen ücret sisteminin tümden revize edilmesi. Beklenmeyen bonus olarak, şirket tüm mevcut sözleşmelileri kalıcı kadroya alıp geçici işgücü kullanmaya son verdi. Bunun neden olduğunu anlamadım, belkide bunu zaten yapmayı planlıyorlardı. Diğer taraftan, muhtemelen bölümümüz birleşik bir cephe oluşturduğundan, sözleşmelilerle kadrolular ayrımı yapmak anlamsızlaşmıştı.

Geriye bakınca, başarımızın sınırlarını iyice farkına varıyorum. Bizler hala berbat işlere mahkum olmuş ücretli işçileriz, bu yaptıklarımız yüzünden sokaklarda özgürleştirici komünizm falan ilan edilmeyecek. Zamanınızda, paketlenip partonlara birer işçi olarak satılmış olmamıza ve bir çok insanın kapitalizm altında yalnız ve yabancılaşmış hissettmesine rağmen , ortak hareket etmenin hala gücünü koruduğunun farkında olmayı cesaretlendirici buluyorum. Bizim durumumuzda, çok beklenmedik olduğu için muhtemelen daha da güçlüydü. Bizim şirket, ortak taleplerle nasıl başa çıkacağı ve bunun ne kadar devam edeceği konusunda hiç bir fikri yoktu.

Benim işyerimde olan her işyerinde olmaz. Temelde aynı oldukarına inanmama rağmen, herbiri değişik koşullar ve insanlarla diğerinden farklıdır. İş arkadaşlarınızı insan olarak tanımak, işçiler olarak kendi etrafımıza ördüğümüz sahte duvarı yıkmayı denemek. Benzerliklerinizi, ortaklıklarınızı bulmak, insan olarak ortak bir kimlik yaratmaya ve bunu beraberce ifade edebileceğiniz yeri bulmaya çalışmak. Hala küçük olsa da direnmek için başlangıç nokatsı budur.

Tecrübelerim, dayanışmanın ilkelerine olan inancımı teyit etti, doğrudan hareket ve kendiliğinden örgütlenme. Bu uzun ve zorlu bir yol, fakat umarım bunu okuyan çalışan arkadaşlar bu tecrübeden ilham alırlar ve bu ilkeleri kendi işyerlerinde ve çevrelerinde nasıl uygulayacaklarını bulmaya çalışırlar.

Tüm bunların üstüne eklememiz gerek ki birbirimizle konuşmak zorundayız. İşyerlerinde, iş kollarının içinde, tüm çevrelerde. Samimiyetle sömürüden ve zulümden kurtulmuş bir dünya görmek istiyoruz, fakat hiçbirimiz bunu kendi başına yapamaz.

IWW Istanbul • 14/09/2016


Previous Post

Next Post

Leave a Reply