IWW İSTANBUL

Faşistlerle Çalışırken – 2

İşyerinizde politika yapıyorsanız, bir şekilde faşist ya da ayrımcı/milliyetçi kişilerle karşı karşıya gelmişsinizdir. Bu kişiliklere ve gruplaşmalara işyerlerinde nasıl davranılması gerektiği uzun bir süredir gündemimizdeydi. Çünkü AKP’nin Kürtler başta olmak üzere tüm ezilen gruplara, kadınlara, eşcinsellere, Alevilere düşmanlığı belirginleştikçe, bu konuda ilave bir şeyler yapmak daha da önemli hale geldi. Faşist diyerek yalnızca MHP’li, BBP’li ya da HEPAR’lı olanları kastetmediğimiz anlaşılmıştır. Öyle olunca “Tek vatan, tek millet” lakırdıları yapan AKP’liler ya da ulusalcı CHP’liler de bu tanıma giriyor. Bu gruplar bir çok yönden birbiriyle anlaşamıyor. Yani hepsine birden aynı şekilde davranmaya imkan yok. Sonuçta, lider takıntılı bir AKP’liyle, ondan nefret eden geçmiş liderlere takıntılı CHP’liyi, yeterince ölü her lidere tapan MHP’liyi aynı çuvala koyamayız. Bu sebeple olabildiğince ayrıntılı ama basit parti ayrımlarını aşan bir yönerge çıkarmaya ihtiyaç var. Aşağıda, işyeri çalışmalarımızda, molalarda, işyeri gruplarında tartışarak elde ettiğimiz veriler üzerinden çıkarılmış hareket metodlarımızı bulabilirsiniz.

1) Çoğulculuk üzerinden politik doğruculuk yapmak yanlış ve çoğunlukla yararsız. Öncelikle “Biz farklılıklarımızla biziz” fikri, sınıfsız bir üst birlik fikrini öne çıkarıyor. Buradaki sorun yalnızca sınıf gerçeğini içermemesi değil. Bu söylem işverenle, onun vekiliyle, onların hiyerarşisindeki kişilerle aynı tarafta olmayı dert kabul etmiyor. Ama aynı zamanda şu anda gündemde olan ayrımcı milliyetçiliklerin yerine ayrımcı değilmiş gibi görünen, dolayısıyla daha kabul edilebilir bir milliyetçilik koymasından da kaynaklanıyor.

Yararsız, çünkü zaten faşist olan kişiliklerin, çevrelerin, arkadaş gruplarının, çoğulculuk içeren fikirlere karşı bağışıklığı çok güçlü. “Hümanist olmak”, “Kürtleri tanımamak”, “hayatı bilmemek”, “Anadolu’yu bilmemek”, “kendi halkını bilmemek” vs. gibi yaftalar kullanarak, anlattığınız tüm çoğulcu fikirlere karşı kulaklarını kapatıyorlar.

2) Faşist/Şövenist/Ayrımcı kişiliklerle ilişki kurarken bir başka konuma çağrı, işlevsiz kalıyor. Mesela böyle birisine çoğulcu ya da devlete muhalif bir konumu kabul ettirmek hemen hemen imkansız. Etik çağrı, yani “Gelecekte bu söylediklerinizden utanacaksınız!” türevi sözler etkisiz. Oysa oldukları konuma saldırmak çok daha işlevsel. Milliyetçiliğin saçmalığını, sağcı ön yargılarını, kapalı fikirlerini aşağılamak gibi.

“Kendi tarihine sahip çıkan milletlerin daha güçlü oldukları” sanrısına kapılmış birisiyle, ABD’nin dünyadaki konumunu hatırlatarak dalga geçmek, örneğin. Ya da Çin’in emek sömürüsündeki yerini gösterip, milliyetçiliğin çalışanları belli sınırlarda tutup, yoksulluğa mahkum etmek için uydurulduğunu göstermek gibi. Nazi hayranı AKP’lilere Nazi’lerin şerefsiz yenilgilerini hatırlatmak, iç savaş kışkırtıcısına “Gel önce benden başla” diyerek meydan okumak, bütün dünyayı yönetmeye çalışan bir “üst akıla” inanan kişiye, o üst akıl dediğinin aslında şeytan olduğunu itiraf ettirtmek, böylece daha gerçekçi olanların gözünde itibarını yok etmek gibi…

Örnekler çoğaltılabilir. Burada önemli olan bu tip kişiliklerin karşısındaki konum. Tartışmalarda karşı tarafın fikirsel ya da eylemsel tutarsızlığına, fikirlerinin gerçeklerle uyumsuzluğuna parmak basmak, onların “aslında organik, birbiriyle uyumlu bir toplum” fikriyle dalga geçmek, kısacası düşüncelerini kendi gözlerinde bile değersiz hale getirecek bir söylem tutturmak gerekiyor. Bir yere çağırmadan önce ayaklarının altındaki zemini sıvılaştırmak, tutunacakları hiç bir dal bırakmamak doğru olan yöntem.

3) Aralarında empati kurabilecek olanlarına, bunu verebilecek yöntemler de geliştirmek gerekiyor. Örneğin yakın zamanda olanların dehşetini hissedebilecek olanlarına bunu anlatabilmek çok önemli. Biz çalışmalarımızda “Bildiğin Gibi Değil” kitabında anlatılanları, İHD’nin Güneydoğu raporlarını bol bol kullandık. Yenilerde yayınlanan HDP’nin Cizre videosunu da yaygın olarak izlettirdik.

4) Söylem olarak çoğulculuk yerine sınıf mücadelesini koyulmalı. Çalışan sınıfın içindeki milliyetçilik de aynı din gibidir. Devletin ve dolayısıyla sistemin bekaası için vardır. Yani çalışan sınıf içinde milliyetçilik, çalışan sınıfın köle kalma şartıdır. Bunun işyeri çalışmaları içinde açıkça söylenmesi, milliyetçilerin zengin sınıfların ve sistemin adamı olduklarının gösterilmesi olağanüstü vurucu.

“Birinci Dünya Savaşı’nda cepheden yeni terhis olmuş milliyetçi bir genç kendi yaşlarında zengin bir başka gençle karşılaşır. Zengin genç sakince çay içiyor, etrafındaki leydilerle şakalaşıyordur. Bizimki onun bu haline sinirlenir ve zengin gence çıkışır: ‘Biz İngiltere’nin çıkarlarını savunmak için, Almanlar bizi boyunduruk altına alamasınlar, özgür yaşamımız devam etsin diye savaşırken, sen burada çay içip, kızlarla mı oynaşıyorsun?’ Zengin genç sakince cevap verir: ‘Bayım, İngiltere’nin çıkarı benim çıkarımdır. Ve siz ben şu anda özgürce çay içebileyim diye savaşa gönderildiniz.”

Milliyetçiliğin işlevi budur. Tabii bir de kendini bir bütünün parçası olarak hisseden kişinin, o bütüne karşı daha zor itiraz etmesi durumu var. Böyleleri gündelik sistematik sömürü ve baskıyı, bir ara bitecek geçici bir durum olarak görmeye, kişilerle ilişkilendirmeye meyillidir. Herşey patronun ya da arkadaşının, belki de ailesinin suçudur, toplum zenginleştikçe o da zenginleşecektir, günün birinde şans ona da gülecektir, şu andakiler ona yetiyordur, bu hükümet gitse yeni gelecek hükümet daha iyi olacaktır vs. Hayat böylece sömürülerek, acı çekerek geçip gider. Çalışan bir milliyetçi, patronun has adamı olmaya, şansını bu şekilde döndürmeye çalışmaya adaydır.

5) Modernizmle başa çıkabilmek için yaratılan reaksiyonerliğin bir çok türü gibi, günümüz sağcılığı da değişimi kontol edebileceğini, iyi yanlarını alıp, kötü yanlarını toplumdan uzak tutabileceğini düşünür. Tabi “iyi yanlar” her zaman onları şu anda, anında güçlendirecek teknoloji türevi araçlardır. Kötü ise ahlaksızlık görünümü altında küt kafalılıklarını onlardan alabilecek her şey. Aynı motifi bir çok sol ya da sağ ideolojide görmek mümkün.1 Bu noktada milliyetçi, cinsiyetçi, muhafazakar kişiliklerin geleceğine referans vermek işe yarayabiliyor. “Paşa paşa alışacaksınız!” sözü bazen aylarca sürecek bir diyalogdan çok daha etkili olabiliyor.

6) Her işte olduğu gibi, ayrımcılığa, ırkçılığa, milliyetçiliğe karşı mücadelede de rasyonel planlarla gitmek çok önemli. Yeni ortaya atılan argümanlar, molalarda konuşulan konular, kişilerin menşeine yönelik dedikodular, bütün bunların öğrenilmesi ve karşı argümanlar üretilmesi elzem. Sırf Kürt diye bir işten uzaklaştırılan bir iş arkadaşımızın korunması, zarar görmesinin engellenmesi, dedikoduları yayanların izole edilmesi ve diğer iş arkadaşları tarafından ayıplanmalarının sağlanması bu yolda atılacak küçük zaferler olarak ele alınmalıdır.

7) İşyerlerindeki faşist grupların, çeteleşmelerin ya da örgütlülüklerin dağıtılması her zaman gözetilmesi gereken bir taktiktir. Bu tür çeteleşmeler azınlıklara karşı zehir üreten kangrenlerdir. Bunlar dağıtılmalı, bireyler haline getirilmeli ve en kafatasçıları hem sınıf mücadelesinde hem de iş arkadaşı ortamlarında izole edilmelidir. Patronun adamı olmaları, çalışma ilişkilerinde hep en kıskanç, en hasis insanlar olmaları ustaca kullanılmalıdır. Çevremizde bu kadar şöven bir atmosfer varken, bu düşünceyi uygulamak tabii ki zordur. Hatta çoğu kez yapanın izole edilmesine yol açar. Önemli değil. Kendine güvenen her çalışan muhalif, izole edilmeyi nasıl aşacağını bilmek zorundadır.

8) Söylemler ne olursa olsun yine de yetersizdir. Gerçek bir sınıf mücadelesi vermeden, yaşamın her anında buna örnek olmadan, yalnızca sözle insanların fikirlerini dönüştüremezsiniz. İşyerlerinde işveren ve onun vekillerine karşı mücadele vermek faşist/ayrımcı/milliyetçi fikirlere karşı mücadelenin olmazsa olmazıdır. Bir sınıf hareketi çalışanlarla egemenler arasındaki ilişkiyi kesip, milliyetçi ya da islamcı fikirleri yalıtacaktır. Bunu Çalışan Milyonları AKP’den Kurtarmak, Kopuş ve Kopuşu Yaratmak yazılarında ayrıntılı incelemiştik. Aynı mantıkla, işyerindeki küçücük bir mücadele bile ailesinden, çevresinden, şehrinden öğrendiği milliyetçi saçmalıklarla yetişmiş insanları dönüştürebilir, diyebiliriz. Gerçekten de buna ilişkin deneyimler mevcut. Ama bu deneyimlerin yaygınlaştırılması, mücadele içinde defalarca tekrar ve tekrar gözden geçirilmesi şart.

9) Tıpkı işyerlerinde sürdürülen gündelik sınıf mücadelesi gibi, bu ideolojik kapışmada da sosyal liderliği kazanmak ya da sosyal lider haline gelmek gerekiyor. Nasıl bir direniş, bir grev, bir mücadele sosyal liderliği kazanmadan ya da en azından tarafsız kalmaya ikna edilmeden başlatılamaz, kazanılamazsa, bu mücadelede de işyerinde sayılan, dinlenen, birlikte hareket edilen çalışanların ikna edilmesi çok önemli.

10) Ve son olarak, işyerlerinde ayrımcılığın her türüne karşı verilecek mücadeleleri birleştirerek politikanın daha üst düzey ve kamuya açık alanlarıyla taçlandırmak için harekete geçmek gerek.

Ekler:

1) İleri okumalar:

I) Stalinizm ya da Stalin İnsanın İnsanlığını Nasıl Kurtardı?

II) Paralaks‘ın Heidegger hakkındaki bölümleri

III) Pasif Devrim

Bernice Daher - Sabah Erkenden İşçiler

IWW Istanbul • 26/06/2016


Previous Post

Next Post

Leave a Reply