IWW İSTANBUL

İŞ YERLERİNDE AĞIMIZI NASIL GENİŞLETEBİLİRİZ?

2647664On yıllardan beridir Türkiye’de muhalefet hep iş yerleri dışından muhalefet yaptı. İş yerlerinde politika yapmak, kendi hakkını korumak isteyenler hep azınlıkta kaldı. Kendi hakkını savunmak, işverene karşı, onun desteklediklerine karşı iş yerinde muhalefet etmek “ekonomizm” olarak kenara atıldı. Bu insanlara göre sokak, gösteri her şey demekti, kutsaldı, eleştirilemezdi. İş yerleri, fabrikalar, ofisler, atölyeler, madenler ise Kaf dağının ardındaki masal mekanları idi. Artık bu durum değişiyor. Çünkü artık muhalefetin eski taktikleri işe yaramıyor.

İş yerlerinde politika yapmak isteyenler ise hep kendiliğinden muhalefeti toparladılar. Bazıları muhalif-solcu bir “duruş” sergileyerek insanların kendiliğinden gelmesini beklediler. Bazıları ülke sorunlarından, o iş yerine özgü problemlere kadar birçok şeyi anlatarak insanların yanyana geleceğini düşündüler. Bazen işten atılmalar başlayınca ya da ülkede büyük olaylar olmaya başlayınca reaksiyon gösterildi. Ama çoğunlukla bu durumlar yenilgiyle noktalandı. Çünkü hazırlıkları yoktu, aralarında örgütlenme yoktu, bir ağları, birbirlerini koruyacakları cemaatleri yoktu. Yaptıkları ya hamasi nutuklar çekmek ya da histerik kışkırtmalar yapmaktı.

Yapamadıkları noktada tek başlarına bile “grev”e gittiler. ATV grevinde, IBM grev girişiminde vs. onlarca iş yerinde tek başına “greve”, “direnişe” başlayan oldu. Direniş çadırlarında dışarıdan gelen muhalifler vardı. Ama orada çalışan diğer insanlar yoktu.

5767702

 

Bu tutumların tümünün dezavantajı sadece reaktif olmaları, aktif olmamalarıdır. Yani bu tutumlarda esas olan iş yerlerindeki bir topluluk,
bir ağ, bir cemaat örgütlemesi olmaları değildir; yalnızca olan olaylara reaksiyon göstermeleridir. Plansız, programsız, bir problem olmayınca hiçbir şey yapmayan, ancak bir problem olunca ve iş işten geçtikten sonra ses çıkaran, sonuçta da yenilen bir tarz.

Bu blog sadece reaktif tutumlar yerine aktif olmayı, iş yerlerinde ağlar kurmayı düşünenlerin fikirlerini açıkladıkları bir yerdir.

İş yerlerindeki ağımızı nasıl genişletebiliriz? Asıl problemimiz bu. Bunun için çeşitli yollar bulunuyor. Örneğin sendikaların iş yeri temsilcilikleri kitaplarında anlatıldığı gibi kişileri sınıflandırma yolu. Bilgiç, bireyci, lider vb. Bu tür sınıflandırmalar aslında hiç kimseye uymuyor. Korkak zannettiğimiz insanlar bir anda öne çıkıveriyorlar. Lider kişilikler bir anda kendilerini en pısırık olarak buluveriyorlar.

Bazen hemşehrilik öne çıkıveriyor. Amasyalılar Amasyalıları, Keşanlılar Keşanlıları “kafalıyorlar”. Bir iş yerinde bundan daha bölücü yol olabilir mi?

Bir diğer yol, insanlara politik düşünceleriyle ya da inançlarıyla hitap etmek. Bu cemaatçi, bu Alevi, bu solcu, bu ülkücü, bu bilmem ne partili…

Sonuçta tüm bu kişilik analizleri bize durağan bir görüntü veriyor. Bilgiç dediğin çok zor huy değiştirir. Kimse Tokatlılığından vazgeçmez. Partililik ya da inanç dersen kimse kolay kolay değişmez. Eğer iş yerinde aktive olmalıyız diyorsak, bunlar bize yetmez. Bu şekilde anca günü kurtarırız; çalışanları inanca, etnik kökene, politik tercihe, karaktere göre böleriz ve bu sebeple de yeniliriz.

O halde başka bir bakış açısına ihtiyacımız olduğu aşikar. Ne yapmak istiyoruz? Ağımızı/birliğimizi genişletmek istiyoruz. Bu açıdan insanlarla bunun gerekliliği konusunu tartışırken karşılaştığımız ruh halleri önem arz ediyor. Tam da iş burada düğümleniyor.

Kanserli bir hastayı düşünelim. Hasta olduğu konusunda ilk şüphelenildiği zaman bu durumu inkareder: “Bana bir şey olmaz”, der.

Durumu anladıkça tavırları değişmeye başlar, öfkelenir: “Neden benim başıma geldi bu? Bunun suçlusu kim?”

Ardından pazarlık yapmaya başlar: “Acaba yaşamımı uzatmak için neler yapabilirim?”

Sonrasında bunalım başlar: “Ya ölürsem?”

En sonunda da kabul gelir: “Ölsem de ölmesem de kalan zamanımı doğru geçirmeliyim.”

Çevremizdeki ruh halleri de buna benziyor. Kimileri örgütlenmek gerekliliğini inkar ediyor, durumun iyi olduğuna kendilerini inandırmaya çalışıyor. Kimileri öfkeleniyor, yalnızca patronun arkasından konuşuyor, işi yapmamaya, yapıyorsa da eksik yapmaya uğraşıyor. Kimileri ise sanki şimdi 5 kuruş fazla alsa o parayı ona yedirtecekler gibi pazarlık yapıyor, yalakalık yapıyor. Bazıları ise hayattan tamamen bezmiş durumda, bunalımda, yalnızca çalşıyor ve kendi kendine tekrarlıyor: Hiçbir şey olmaz, her şey daha da kötüye gider.

Peki durumu kabullenip, örgütlenmek gerektiğini düşünenler? Peki, ya onlar?

Onlar nasıl davranmalı? Belli ki biraz rasyonel olmalılar; öfkeleriyle başa çıkıp plan yapabilmeleri için akılcılığı, gerçekçiliği elden bırakmamalılar. Yoksa vaktinden önce ya da iş işten geçtikten sonra bir çuval inciri berbat etmek var işin içinde. Sade olmalılar; reklamcılığa, gösterişçiliğe prim vermemeliler. Kolektif olmalılar; bireyci, kendini düşünenler gibi olmamalılar. Çalışkan olmalılar; çünkü toplum içinde olduğu gibi, iş yelerinde de saygı görmenin yolu çalışmaktan geçer.

O halde iş yerlerinde ağımızı genişletmek için arkadaşımıza Kabul’ün hangi safhasında olduklarına göre hitap edebiliriz. Onları bu şekilde ağımızın bir parçası yapabiliriz. İnkar edene sabırla gerçekçiliği anlatabilir, öfke duyana öfkenin yetmediğini anlatabilir, pazarlık yapmaya çalışana bunun boşunalığını ispat edebilir, bunalımda olan arkadaşlarımıza örgütlenmemizi, yaptıklarımızı, yapacaklarımızı anlatabiliriz.

IWW Istanbul • 05/08/2012


Previous Post

Next Post

Leave a Reply