IWW İSTANBUL

YA SONRA?

İş yerleri ağlarının gelişimine ilişkin bazı perspektiflerMavi ve beyaz yakalıların çalıştıkları iş yerlerinde, giderek zayıflamakta olan iş yerleri topluluklarını yeniden canlandırmaya çalışmanın temel mantığını ve gelecekteki olasılıkları incelemek istiyoruz.

Ekonomik olanın geri çekildiği, kimlik politikalarının her şeyden önemli hale geldiği uzunca bir zaman diliminde yaşadık. On yıllardır muhalefet ve iktidar politikaları, bu kimlik politikası mantığına uygun olarak gelişti. Çeşitli kimlikler birbirleriyle savaştı(1), çeşitli kimlikler iktidarlara geldi (Obama, İslamcılar, Hıristiyan demokratlar vs.) çeşitli kimlikler kendi haklarını alabilmek için mücadele etti (Kürtler, Latin Amerika yerlileri, eşcinseller vs.). Tüm bu kimlik mücadeleleri yüzyıllardır temizlenememiş sorunları çözme amacıyla ortaya çıktılar ve mücadeleleri devam ediyor. Bunun neden böyle olduğunu daha önceki bir yazımızda anlatmıştık.(2) Günümüzde giderek derinleşen krizler içinde yaşıyoruz(3) ve bu krizlerin nedenleri ve çözümleri kimlik politikalarında değil, ekonomi politikalarında. Kimlik politikalarının bu kadar öne çıkışı, ekonomi politikalarının bastırılmasının bir geri dönüşü olarak okunabilir. Aynı zamanda geçmişte temizlenmemiş kalan ve günümüze miras kalan sorunlar olarak da okunabilir. Ama açık ki, bu geri dönüş, bu kötü mirasın temizlenmesi bizim ana sorunumuzu çözmüyor. O halde yapılması gereken, ekonomi politikalarını yeniden yüzeye çıkarmak; aynı bir psikanalistin yüzeyde olanın altındaki travmayı ortaya çıkarmaya çalışması gibi. Bunun için kimlik politikalarının öne çıkarıldığı on yılların insanların kafasında yarattığı düşüncelerin adım adım değiştirilmesi gerekiyor.(4) İster kendi kazanımlarını korumak ya da geliştirmek için çalıştığı sektörle ilgili düşünceleri olsun, isterse amacı “dünyayı kurtarmak” olsun, organize olmanın gerekli olduğunu düşünen herkesin ilk önce bu engeli aşacak çareler bulması gerekiyor.

 
Bu sorundan kaçabilmek için şu ana kadar karşımıza çıkan düşünceleri sıralayalım. İlki krizlerle birlikte, insanların artık ceplerini düşünmeye başladıklarını, bu sebeple otomatik olarak, Kürt, Türk, Çerkez, Laz, eşcinsel vs. kimliğiyle değil, parayı nasıl kazandığına ilişkin fikirlerle otomatik olarak donandığı düşüncesi. Elbette böyle bir otomatizm yok. 1980’lerden beridir her dünya krizi, bir öncekinden daha derin oluyor. Ama henüz böyle bir dönüşüm gözleyemiyoruz. Üstelik krizler arası yaşanan ekonomik büyüme (boom) devirlerinde, kimlik politikaları yeniden kendilerini ortaya koyabiliyorlar. Bir ikinci düşünüş, ilk düşünüşün devamı: Yunanistan örneğindeki gibi, bir şekilde bir yerlerde öfke patlamaları olduğunda yine otomatik olarak sınıfsal karşı koyuşun kimlik politikalarının önüne geçtiği yönünde. Bu kısmen doğru olsa da, işler bir şekliyle düzeldiği ya da yenilgiyle bittiği anda yine aynı durumla karşılaşıyoruz. Kimlik, paranın nereden kazanıldığının önüne geçiveriyor. 2001’de grevlerle ve bir ayaklanmayla sarsılan Arjantin’in daha sonraki durumu buna örnek.Sonuçta bu sorundan kaçmamak, bu sorunla yüzleşmek gerekiyor. Bir kez bu sorunla yüzleşince, açıkça görülüyor ki, ekonomi politikalarının yeniden öne çıkmasının tek yolu, bu politikalardan çıkar sağlayanların yeniden yan yana gelmeye başlamaları. Yani biz çalışanların.

Bu tip yan yana gelişler için çeşitli yollar var. İngiliz Çartistlerinden beridir sendika denen organizasyonlar var. Alman Sosyal demokratlarından beridir partiler var. 1917 Rus devriminde ortaya çıkmış işçi konseyleri var. İlk iki yola girilebilir. Milyonlarca insan bu yollara girdi. Kısmi kazanımlar elde etti. Ama şu andaki durumumuz ortada.(5) Tüm bunlardaki ana problem, her yapının ebedi süreceği düşüncesi. 200 yıl öncesinin yapılarının günümüzde yeniden, bir yolunu bulup kurulabileceği düşüncesi.

O halde yeni bir yol denememiz gerekiyor. Yani, birey birey, ayrı ayrı duruşumuzu ortadan kaldıracak, zamanında yukarıdaki yolların ortaya çıkmasına neden olmuş ana jesti tekrarlamamız gerekiyor. Bu ana jestin, işyerleri temelli çalışanların yan yana gelişleri olduğunu düşünüyoruz. İster günümüz deyimiyle ağ diyelim, ister community/topluluk/cemaat diyelim, bir şekliyle ekonomik-politik eksenli birlikler kurmamız gerektiği açık.

Burada ağlar/topluluklar/cemaat için kurmak, yaratmak gibi fiiller kullanıyoruz. Ama gerçekte böyle ağlar bir şekliyle tüm iş yerlerinde var. Parça parça olsa da, çeşitli nedenlerle yalnızca arkadaşlık ilişkilerine dayansa da çalışanların arasında bu tür birlikler hep vardır. Aslında biz burada bir bilince çıkarmadan, bir saflaştırma ve bir amaçla donatmadan bahsediyoruz.

İşyerleri Ağları/Cemaatlerin geleceği…

Böyle ağlar yaratmanın nedeni yalnızca ekonomik ya da politik olarak kaybetmeyi durdurmak ve ardından bir şeyler kazanmak değil demiştik.(6) Temel amacımız bu kazanımları sürekli bir hale getirmek, krizler sırasındaki kayıpları ortadan kaldırmak, çalışanların iradelerini iş yerlerinde daha fazla göstermelerini sağlamak ve sonuçta iş yerlerini ve onların üzerine kurulu tüm toplumu bir şekliyle dönüştürmek. Çünkü biz işlerin seçilimi ve planlanması ile uygulanması arasındaki bilinçli ve yapay ayrımı reddediyoruz.(7) Dolayısıyla, bu tür ağlar için basitçe sendikaların istekleri, mücadele biçimleri yetersiz kalacaktır. Bir sendika, çalışanın müdürü tarafından ezilmesine karşı çıkar; ama iş çalışanların kendi aralarında bir daha bu tip durumlar yaşanmayacak şekilde organize olup, işlerin planlanmasına el atıp, hiyerarşiyi kaldırmalarına geldiğinde sendikalar yetersizdir. Bir parti ise, ya parlamento kavgası verirken bir şekliyle bu tür ağlardan yararlanıp destek alacaktır ve sonuçta “satacaktır” ya da bu tür ağların yokluğunda çalışanların isteklerini görmezden gelecektir.(8)

O halde, ağların kendisi her zaman var olması ve bağımsız olması gereken odak noktası olmalı. Örneğin bir iş yerinde kurulacak ağ, bir sendikaya ihtiyaç duyarsa insanları sendikalaşmaya götürebilir. Ama ana amaç sendikalaşma değil, iş yerlerini ve toplumu dönüştürmek olduğu için kendisini o sendikanın içinde eritemez. Ya da bir parti, onun dillendirdiği hakları verdiği için, o partiye katılamaz, çünkü dönüşüm süreklidir ve bir partinin iktidarıyla dönüşüm tamamlanmış olmaz. O halde iş yerleri ağlarının/cemaatlerinin bağımsızlığı ana ilke olmalıdır.(9) Sektörel ya da bölgesel sendikalar, birazdan açıklayacağımız “Labor union” tarzı örgütlenmeler, yaratılacak ağlar için kullanılması gereken araçlar olmalıdır.

Çalışanların iş yerleri temelli organizasyonlarının avantajlarından biri, sendika bürokratlarının harc-ı alem dönekliklerine, işverenle pazarlık sırasındaki “satışlarına” dur diyebilme gücünün olması. Bu tür ağlar olmadan, sektörel ya da tüm çalışanları ilgilendiren yasalara karşı çıkmak imkansızdır ya da sendikaların isteklerine, güçlerine vs. bağlıdır.

Bu düşüncenin bir avantajı da, yalnızca hakları korumayı dahi düşünsek, günümüzde iş yapma biçimlerinin ve şirketlerin değişmesinin getirdiği sorunlardan birisine de çözüm sunması. 2012 şartlarında Türkiye’de sendikalar, organize sanayi bölgelerindeki küçük şirketler gibi, KOBİ’ler gibi, taşeronlar gibi yerlerde yasalardan dolayı varlık gösterememekte. Ya yasalarla engellenmekteler ya da çalışanların çeşitli ön yargıları/bön yargıları/doğru yargıları sebebiyle etkisiz kalmaktalar. Dolayısıyla ya yasalar değiştirilmelidir ya da bu tip durumlar için yeni yasalar çıkarılmalıdır. Günümüzde kimlik politikalarına saplanıp kalmış partilerin, zayıflıktan ve bürokratların etkisinden kılını kıpırdatamayan sendikaların bu tür yasaları çıkarmak için dayatma gücü yok. 2012 Türkiye’sinde ve AKP’nin iktidar olduğu şartlarda yaşıyoruz. Şirket sahiplerinin ise bu tür yasalara sonuna kadar karşı olacakları açık. Bu tür iş yerlerinde, aşağıdan, çalışanların kendi güçleriyle inşa edecekleri ve hareketin büyümesiyle hem şirket sahiplerine hem de devleti yönetenlere baskı oluşturabilecek yapılar dışında hiçbir şans görünmüyor. Yani kendi haklarını kendileri almaları dışında hiçbir seçenek gerçekçi değil. İşyerleri ağları/cemaatler, İngiliz “labor union”larına benzer, o iş yerine ya da çalışma bölgesine özgü ekonomik baskı araçları yaratabilecek tek yapıdır. “Labor union”ları örnek vermemizin nedeni şu: Yasalarla ne kadar etkili olabilecekleri belirlenmiş olsa da, İngiltere’deki bu sendikal yapılar Türkiye’deki gibi yüzlerce şartla kısıtlanmış değil. Örneğin Türkiye’deki yasalarda 50 kişinin altındaki yerlerde sendika kurulamaz. Oysa organize sanayi bölgeleri, bu tür şirketlerin kimi zaman yüzlercesini bir araya toplar. Bu da, oralardaki çalışanların maddi durumlarını koruyacak hiçbir organizasyonu kuramayacakları anlamına gelir.

Çok benzer bir şekilde, birçok iş yerinde mühendislerin, “teknik eleman” bahanesiyle, toplu sözleşme yapmaları ve sendikalı olmaları engellenmiştir. Birçok durumda, bu durumu sendikaların kendisi de istemektedir. Yasal olarak bir engel olmasa da, geleneksel ve metazori olarak mühendisler sendikalaşamazlar, sendikalara dahil edilmezler. Bu da onların da küçük iş yerlerinde çalışanlar gibi, kendi maddi çıkarlarını koruyamayacakları anlamına gelmekte.

Her iki örnekte de, ki örneklere enformel sektör denen iş yerleri de katılmalı, İngiliz Labor Union’larına benzer yapılar kurmak ve işverenleri/şirket sahiplerini ve yasa yapıcıları zorlamak mümkün. Ama bunun için, öncelikle iş yerlerinde bu tür yapılar yaratabilecek kolektif çalışan, topluluklar/ağlar/cemaatler yaratmak gerekiyor.

İş yerleri Ağları/Cemaatleri bekleyen tehlikeler…

Çürüme, bozulma her idealist insanın kendi yarattığı şeyde olmasından en çok korktuğu şeydir. Başlangıç noktasından uzaklaştıkça, o ideal ortadan kalktıkça, çevrenin etkileri girdikçe problemler de büyür. Ama gerçeklik budur ve bunun bir çaresi yok. Tam aksine bu durum yeni olasılıkları da meydana getirdiği için, olumludur. O halde bizim durumumuzda yapılması gereken şey kurulacak ağları camdan lahitlerde korumak ve idealist kalmak değil, ağları her duruma adapte olabilir, çevresini ve kendisini değiştirebilir, iradesi ve rasyonel bir aklı olan organizmalara çevirmek. Çürümek ve yozlaşmak da bu işin bir parçasıdır. Eğer biz, “kötü olanı” iyi olandan ayırt edebilecek mekanizmalar kurabilirsek, kötü olanları erkenden tespit edebilirsek ne güzel olur. O “kötü” fikirler yayılmasın diye çabalarız. O fikirlere, o durumlara karşı mücadele edebiliriz. Ama belki de o fikirler, yenilikçi ve “iyi” olandır. Bizleri de doğruya götürecek zaten o tartışmanın kendisidir. Baştan bulacağımız “mükemmel” bir mekanizma yok. Bu bir anlamda bir savaş ve yeneceğimizin hiçbir garantisi yok. Ama bu savaşa girmemek de yenilgiyi baştan kabul etmek demek.

Ağların/cemaatler gelecekte bir ara çeşitli sol grupların ilgisine mazhar olacaklar. Politikanın etkisini küçümsememek gerek. Demagoji çağında yaşadığımızı ve özellikle kritik zamanlarda insan duygusallığının, heyecanlarının rasyonel olanın önüne geçtiğini unutmamak gerek. Dolayısıyla rakip ağların oluşumu ve hatta birbirleriyle didişmeleri dahil, gelecekte birçok farklı durumun oluşacağı kesin gibi. Bu durumları, gücümüzü böldüğü ve hatta bizi işveren karşısında açığa çıkarması sebebiyle engellemeye çalışacağız tabi. Ama işin tabiatı gereği, iyi olan kazanmalıdır! Laissez faire etlaissez passer! Burada unutulmaması gereken nokta, bu ağların kendilerinin dönüştürücü güçleri olması ve sol gruplardan çok daha ciddi işlerle ilgilenmek isteyenleri kapsamamız gerektiği.

Kimlik problemlerinin ağların içeriğini değiştirme ihtimalleri olduğu açık. 2012 Türkiye’sinde örneğin Kürt sorunu hesap edilmeden çalışanların içinde bu tür yapılar kurmak imkansız. Ağların/cemaatlerin kimlik problemlerini çözmek gibi dertleri olabilir. Ama ana amacın bu olmadığını, bunları da kapsayacak bir organizasyon yaratılmaya çalışıldığını da unutmamak gerek. Gerçekten kendi haklarına sahip çıkmaya çalışanların, başkalarının haklarını gasp etmeyeceği düşüncesi naif ve etik bir düşünce olabilir. Ama açık ki, mesela ırkçılık yapan bir iş yeri topluluğunun kazanma ihtimali yoktur. Burada politik olanda ısrar etmenin önemi sanırız açıktır. Bir başkasını ezen asla özgür olamaz…

İş yerleri ağlarının/cemaatlerin ne için kurulduklarını unutma ve gündelik yaşamın içinde giderek ortadan kalkma ihtimalleri var. Bu ihtimali ortadan kaldırabilmek için irade göstermek gerekiyor. Ama yalnızca bu yetersiz. Bu durum için de yukarıdaki rahatlıkta olabilmek gerekiyor. Biz aslında son moda deyimle çalışanlara kendilerini ifade edebilecekleri kırmızı mürekkep veriyoruz.(10) Eğer şu ana kadar giderek artan derinlikteki krizler geçici de olsa sönümlenirse, önümüzde çalışanların kendi haklarını 1950-1970 dönemi Batı bloğunda yaşanmış olduğu gibi nispeten zahmetsizce ve bireysel olarak da alabilecekleri uzun bir istikrar dönemi varsa, kısacası ne kadar kötü, ne kadar insanlık dışı, ne kadar barbarca olursa olsun kapitalist sistem yeniden istikrarını sağlarsa, çok az insan o kırmızı mürekkebi kullanacaktır. Dolayısıyla zaten şu andaki çabalarımız, gelecekte benzer durumda olanlar için örnek olmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. Ama bundan çekinmemize gerek yok.

(1) Samuel Huntington: Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması – Okyanus Yayınevi(2) Yeni bir yol bulabilmek için: Solun geri çekiliş öyküsünün nedenlerini iyi anlamak gerekiyor. Yaklaşık 20 yıldır tüm dünyada ekonomik olana görece ilgisizlik ama kimlik politikalarına görece olağan üstü bir ilgi var. Çalışma yaşamında olan şeyler dile getirilemez hale geldi. Politika bu işlerle ilgilenmezmiş gibi davranıldı. Günümüzde fabrikanızda usta başı size bağırırsa bu politikanın içine girmiyor. Ama bir kimlik içindeyseniz ve size kötü davranılırsa bu tam da politikanın merkezinde sayılıyor. Yıllardır grevler çoğunlukla gazetelerin politika sayfalarını değil, ekonomi sayfalarını süsledi. Çalışanların zam oranları, çıkarılma korkuları, iş yerlerinde inanılmaz iğrenç davranışlar, teknik yetersizlikleri ucuz iş gücüyle aşma vs. hep ortak bilincin dışında bırakılmaya çalışıldı. Hayatımızın en az 3’te birini kapsayan çalışma yaşamı siyasi düşüncelerimizden silindi. Nasıl muhafazakarlar için kadını döven erkek, aile içi bir sorunsa, iş yaşamı da neredeyse bütün toplum için fabrika patronunun sorunu olarak görüldü. Bunun sonuçlarını her gün yaşıyoruz…

(3) http://thenextrecession.wordpress.com/2012/05/03/the-long-depression-the-waste-of-capitalism/

(4) En basit örnek: 2012 Mayıs ayında ve AT&T’de grev başlamak üzere olduğuna ilişkin haberler vardı. Oysa basında bu pek yer almadı. Oysa  http://www.ntvmsnbc.com/id/25346276/ de de görülebileceği gibi, müslüman olduğu için AT&T’de ayrımcılık gören bir kadın, çok daha fazla haber oldu. Bu durum, bir kimlik olan müslümanlığın ne kadar baskın olduğunu da gösteriyor.

(5) Üçüncü yol ise, ancak çok gelişmiş devrimci durumlarda ortaya çıkabiliyor, bu yoldan gitmek şu anda imkansız. Bu yolu taklit edenler var. Ama elde ettikleri yalnızca karikatür oluyor. Bu da doğal: “Her bahar karlar erir, sel olur, çitler devrilir. O halde çitleri biz devirirsek, belki sel gelir!” düşüncesi bu. O sel gelmez, sen de çitleri yıktığınla kalırsın.

(6) Bkz:Yeni bir yol bulabilmek için…

(7) Bkz: Richard Sennett-Beraber, Harry Braverman – Emek ve Tekelci Sermaye (Özellikle mühendislikle ilgili bölümleri)

(8) Bu tür ağları kendisine destek olarak gören değil, o ağlardan oluşan parti ise zaten bir şekliyle “devrimci” bir partidir ve bu tür partiler ne bu metnin ne de günümüzün konusu.

(9) Üçüncü yol dediğimiz işçi konseylerinin kendisi, tüm çalışanları kapsayan ağlar/cemaatler olduğu için mantık gereği, gelecekte böyle yapılar ortaya çıkarsa zaten o yapılar iş yerleri ağlarının bir üst versiyonu olacaktır.

(10) Aktaran Slovaj Zizek: Doğu Almanya’dan bir adam Sibirya’da çalışmaya gönderiliyor. Mektubunun denetçiler tarafından okunacağını biliyor ve arkadaşlarına şöyle diyor: “Gelin bir şifre oluşturalım. Eğer benden mavi mürekkeple yazılmış bir mektup alırsanız orada yazdıklarımın gerçek olduğunu bilin. Ama kırmızı mürekkeple yazılmışsa yalandır.” Bir ay sonra arkadaşları ilk mektubu alıyor. Mavi mürekkeple yazılmış. Mektupta diyor ki: “Burada her şey harika.  Kızlar acaip güzel. Sinemalar batıdan filmler gösteriyor. Apartmanlar büyük ve çok rahat. Dükkânlar güzel yiyeceklerle dolu. Yalnız dükkanlarda bir eksik var, kırmızı mürekkep.”

IWW Istanbul • 17/08/2012


Previous Post

Next Post

Leave a Reply