İŞSİZLİK NASIL ENGELLENİR?
İşsizlik yalnızca zaman zaman başımıza gelen bir dert değil. Çalışırken bile derdimiz. Çünkü işsizlik korkusuyla sesimiz kesiliyor. İşyerlerindeki muameleye karşı çıkamıyoruz. Keyfi ya da sistemli kötü davranışlara laf edemiyoruz. Emir kulu gibi görülmeye isyan edemiyoruz. Üç kuruşa ve verimsizce günde 16 saate varan çalışmaya karşı koyamıyoruz. Artık psikolojik sınırımız neredeyse, gelene ağam, gidene paşam deyip duruyoruz. Gıkımızı çıkarsak, adamlar bizi atar, tazminat bile vermez, ortalıkta kalırız diye düşündüğümüzden susuyoruz.
İşsizliği azaltmanın yolu belli: İş saatlerinin azaltılması. Ama aynı ücretlerle. Yoksa, biz daha fazla kazanmak için ikinci, üçüncü işler bulmak zorunda kalırız ki, bu da neredeyse aynı hesaba gelir. Hadi bulamadık diyelim, para yoksa satın alma yok, bu da kriz demektir. Sonuçta sistemi asıl besleyen bizim aldıklarımız. Yoksa iç piyasa çöker mazallah.
İş saatlerinin azaltılması deyince, sanki bu devlet tarafından yapılabilir gibi geliyor. İyi de devlete, hele hele bu AKP’ye kim bu çözümü zorlayacak? Kim fabrika sahiplerine, karınızın birazından vazgeçme zamanınız geldi, diyecek? Kim bu olmazsa, işsizliğin çözülmeyeceğini, işsizlik çözülmeden de ekonominin berbat hale geleceğini anlatacak? Bütün hükümetler gibi AKP de zenginlerin malını daha da büyütme derdinde. Bu sefer zenginler daha yeşilimsi oldular o kadar. Ama temel kaygı aynı. Çalışanlar yeterince ezilmeli ki, zenginler kar etsin. Kim fabrika sahiplerini susturup, böyle bir hükümete, eğer bunu yapmazsan ekonomi kaosa sürüklenecek fikrini anlatacak? Aslında “dikte edecek”?
Dolayısıyla bizim bunu anlatabilecek güce ihtiyacımız var. “Halk”a yönelik kampanyalar yerine, çalışanların içinde bunu anlatmaya, diğer iş arkadaşlarımızı buna ikna etmeye ihtiyacımız var. Bu olmadan, çalışanların çoğu bu talebin işsizliği azaltmak için tek gerçekçi talep olduğuna ikna olmadan gücümüz mü olabilir? Hadi grev yapalım bu talep uğruna desek kaç kişi bizim peşimizden gelir?