IWW İSTANBUL

Bizim savaşımız bu savaş değil!

Bugünlerde barış istediğini toplum önünde açıkça ortaya koymak bile sonunu bilmediğimiz bir drama adım atmayı, hapse girmeyi, linç edilmeyi, işsiz kalmayı göze almamız demek. Dikkatli olmazsak işyerimizde, okulumuzda, sokakta, otobüste, hatta twitterda, facebookta bu başımıza her an gelebilecek bir şey.

Bütün hengame sırasında unutuldu bile: Sözde “geçmiş terör olaylarını bastıran siviller için”, özde gelecekteki sokak gösterilerini bastıracak, grevleri dağıtacak sokak birlikleri için çıkarılmış KHK ile birlikte faşist bölgenin içine girmiş bulunuyoruz. Devlet kurumlarını ve sivil toplumu oluşturan ne varsa herşeyi zapturapt altına alan, muhalefet namına hiç bir şey bırakmamaya çalışan bir rejim. Zaman zaman bazı unsurlarını elinden kaçırıyor, ama bir şekilde nihai hedefine ulaşmayı başarıyor. Olağanüstü hali, yaygın şövenizmi, histeriyi, savaşı, karşısındakilerin zayıf noktalarını, kullanabileceği herşeyi kendi hanesine puan olarak yazdırıyor.

Karşımızda, yıllar öncekiler gibi birileri tarafından bir şekliyle denetlenen klasik bir iktidar yok artık. Ülkeyi dört nala felakete götüren bir yarı faşist rejim altında yaşıyoruz ve bunu unutmamamız gerekiyor.

KENDİLİĞİNDEN ÇÖZÜM İHTİMALİ VAR MI?

İktidar, Afrin’deki savaşı kendi rejimini yerleştirmek, herkes tarafından kabul edilmesini sağlamak için kullanıyor. Parlamento içinde gayrı resmi olarak illegal hale getirilmiş HDP dışında bu savaşa doğrudan karşı çıkan kimse yok. Çünkü en ucuzundan milliyetçilik her yere sirayet etmiş durumda. Kimi Osmanlıcı, kimi Turancı, kimi Ulusalcı. Ama sonuçta hepsi, tüm hala legal kalabilmiş politik odaklar milliyetçilikle malul.

Bu topraklarda milliyetçiliği yenmeden, ülkenin düze çıkacağı yok. Bu bir paradoks gibi görünüyor: Ülkeyi güya en fazla sevenler – yani milliyetçiler – ülkenin en korkunç kabusu ve geriliğinin temel nedeni halindeler. Oysa burada paradoks yok. Milliyetçilik ve türevleri her zaman mağara devri önyargılarını kullanır. Ama koca bir ülke çapında. Burada da olan bu.

Herhangi bir partinin, bir kişinin bu gidişatı değiştirebileceğini sanmak saflık olur. Açıkça AKP’ye oy veren milyonlar, özellikle de çalışan sınıf içindeki AKP destekçileri AKP’den kopmadan, bu iş çözümlenemez. Seçimler hala bir mücadele alanı olabilir belki ama gerçek bir toplumsal muhalefet inşa edilmeden, onlardan bir çözüm çıkmayacaktır. CHP muhalefeti, kendisini de seçmenlerini de kandırmaktadır. Hukuk, politik davalarda bitmiştir. Geri kalan alanlarda da can çekişmektedir. Bir mucize beklentisi, bekleyenlerin kursağında kalacaktır. Mucizeleri kendimiz yaratmalıyız.

AKP’den mağdur olanları yanyana getirme projeleri, çatı adaylar, parlamenterist taktikler vesaire. Bunlar bu grupları yanyana getiremez. Burada AKP’nin güçlü silahları var: Hedef alınan gruplar arası çelişkiler, makbul görünmenin, muhatap alınmanın ayartıcılığı, her daim ayartıcı küçüklü büyüklü çıkarlar, bunlar giderse daha kötüsü gelecek korkusu ve hafıza-i beşer nisyan ile maluldür gerçeği. Bu silahları ekarte edip, tüm mağdurları bir araya getirme hülyasında olanlar fena halde yanılıyorlar. Herkesi yanyana getirip geniş bir halk cephesi kurma fikri daha baştan komedi olur ve kakafoniden başka bir şey yaratamaz, yaratamıyor, yaratamayacak. Bu niyet zaman zaman yeniden canlanıyor. Her seçim ya da referandumda o andaki aktörlerle böyle bir cephe hayalleri kuruluyor. Sonuç hüsran.

İster kimlik siyaseti olsun, ister en radikalinden demokrasi ve hukuk mücadelesi verilsin, hali hazırdaki araçlarla AKP’nin eski derin devletin artıkları ve otantik faşist partiyle koalisyonunun başlattığı yıkımı durdurmak imkansız. Bugüne kadar yaşadıklarımız bunun kanıtı. Bize gereken, çok daha köklü başka araçlar.

Afrin harekatını hem rejimi nihai haline getirme denemesi, hem de bozulmaya başlayan karizmayı toparlama hamlesi olarak düşünmeli. Kaybettikçe daha fazlasını koyan kumarbazlar gibi. El arttıra arttıra dört nala felakete… AKP dikkat dağıtma, ona oy verenlerin acılara bir süre daha katlanmalarını sağlama, o sırada atı alıp, Üsküdar’ı geçip ses çıkaramayacakları islamcı faşist bir düzen yaratma peşinde.

Afrin yetmeyecek. Hemen ardından başka bir yere, az sonra başka bir gerilime, ondan da sonra başka bir işgal ya da savaşa ihtiyaç duyacaklar. Hatta Ege’de, Doğu Akdenizde -ulusalcıları da arkasına alarak- bunu yapmaya başladılar bile. Çünkü başımızdaki fiili koalisyon, şimdilik Kürtlerin kazanımlarının bastırılması üzerinden yan yana gelmiş durumda. Bu tür bir koalisyonun daha fazla dayanabilmesinin, yani destek bulabilmesinin tek koşulu sınırsız ve sonsuz bir iç ve dış gerilim politikasıdır. OHAL, adı kalksa bile kendisi sürecek bir rejimdir. Çünkü OHAL’le hedeflenen solun, Kürtlerin, muhalefet yapacak herkesin tam imhası, çalışan sınıfın açlık sınırında çalıştırılması ve doğal kaynakların zenginleşen burjuvaziye peşkeş çekilmesidir. Peki faşist diktatörlüğe dönüşen bu rejimi kim alaşağı edecek? Kim korku iklimini parçalayacak? Kim faşist çeteleri, Osmanlı ocaklarını, ihbarcı vatandaşları, tetikçileri, bürokrasiyi yaptıklarından alıkoyacak?

YOKSA ONU KENDİ ELLERİMİZLE Mİ YARATMALIYIZ?

Artık çok bariz ki, bu iktidarın üstesinden ancak bir sınıf hareketi gelecektir. Ülke için başka senaryolar olduğu doğru, ama o senaryoları engellemek de gelmekte olan, mayalanan işçi hareketinin görevi olacak. Artacak faşist saldırganlığın da, devletin sistematik olarak artan baskısının da ve belki de ülke dışından gelecek müdahalelerin de çaresi o olacak, olmak zorunda. Bu sözlerde, zayıf bir umudu abartma yok. Burada olmayacak duaya amin deme yok. Körü körüne ideolojik bağnazlık hiç yok.

İşyerlerinden başlayarak toplumun etkili her noktasında, iktidarın yaptıklarının, aldıkları tüm önlemlerin asıl nedeninin faşist rejimi tamamına erdirmek ve muhalefetsiz, sınıf hareketinin olmadığı, islamcı faşist bir ülke kurmak olduğunu anlatmamız gerekiyor.

Komedi, anlatacaklarımızın asli unsurlarından biri. Faşizme doğru ilerleyen her iktidar, sıkıştıkça kendi kendisinin ayağına basar. Bir söylediğini ikinci keresinde inkar eder. Ve insanların kendisiyle dalga geçmesini engellemek için sopalarını kullanır. Bu iktidar da aynen böyle yapıyor, daha da yapacak. Hatta sonuna doğru gelindikçe bu çırpınışlar, bu dönüşler, “kandırıldım”lar giderek daha da artacak. Böyle durumlarda gülme devrimci bir eylemdir.

Ekonomik kriz giderek derinleşiyor. Daha çok insanı, daha da mağdur ederek yolunda ilerliyor. İnşaat ve ticaret üzerine kurulu, Ortadoğu sermayesi destekli esnaf-müteahhit ekonomisi parçalanıyor. Çalışmıyor, mal ve hizmet üretemiyor, hatta yiyecek bile üretemiyor, eti ithal ediyor, hayvanlar için samanı sağdan soldan almak zorunda kalıyor. Bir de savaş uzadıkça ortaya çıkacak savaş ekonomisi gerçeği var. Bu tür bir ekonominin sıfırı tüketmesi kaçınılmaz. Dolayısıyla sınıf hareketinin kendi çıkarları üzerinden mücadeleye başlaması an meselesi. Bu üçüncü ve en güçlü aracımız. Çünkü toplumun kırmızı çizgileri, yaşamsal ihtiyaçlardır.

Daha önceki yazılarımızda da defalarca anlattık: Bu mücadeleyi yaratmak, soyut yanyana gelişlerle değil, somut olarak var olduğumuz tüm işyerlerinde mücadele odakları yaratmaktan geçiyor. İşyerleri birliklerinden, yalnızca işten atılırken değil, yalnızca toplu sözleşme dönemlerinde değil, işler bir şekilde “yürürken” örgütlenmekten, organize olmaktan geçiyor. Birlikte çalışmak, birlikte hazırlanmak, birlikte fikir üretmek, birlikte hareket etmek!

Başta Afrin için söyledik, “bizim savaşımız bu savaş değil!” diye. Bizim savaşımız sınıf savaşı ve o asıl şimdi başlıyor!

IWW Istanbul • 20/02/2018


Previous Post

Next Post

Leave a Reply